12 Eylül darbesinden sonra çekilen ilk Kürtçe belgesel: ‘Em Kurd in’
ALMANYA – 1980 askeri darbesi sonrasının Türkiye’si, tarihsel, politik ve kültürel kırılmalarla şekillendi. Böylesine baskıcı bir atmosferde çekilen “Em Kurd in” (Wir sind Kurden, 1980-81), Kürt halkının tarihine, kültürüne ve direnişine dair “benzersiz” bir belge niteliği taşıyor.
Belgesel, Hanjo Breddermann ve Banu Yalkut Breddermann tarafından yönetilmiş, kurgusu Thomas Balkenhol tarafından yapılmış ve tamamıyla Kurmanci ile Zazaca çekilmiş.
“Em Kurd in” belgeseli, sadece Kürtlerin günlük yaşamını ve kültürel kimliklerini yansıtmakla kalmıyor; aynı zamanda bir halkın varoluş mücadelesine dair unutulmaz bir tanıklık sunuyor. Çekimler sırasında karşılaşılan zorluklar, Türkiye’nin militarize edilmiş atmosferine rağmen, bir halkın tarihini kaydetme çabasının bir göstergesi. Rizgarici hareketin ilişki ağları üzerinden organize edilen çekimler, kırsal alanlarda daha az engelle çekilirken, şehirlerdeki yoğun askeri kontroller nedeniyle birçok sahne kayda alınamamış.
Yönetmenler Banu ve Hanjo’nun turist kılığına girerek Kürt bölgelerinde gezmeleri, çekim materyallerini farklı yollarla İstanbul’a ulaştırmaları, dönemin zorluklarını ve yaratıcı çözümlerini açıkça gösteriyor.
Kürt sinemasında bir “mihenk” taşı olan bu belgesel, “ilk Kürtçe belgesel” olma özelliğiyle de dikkat çekiyor. Sinema Serbixwe editörü Rûmet Onur Kaya’nın da belirttiği gibi, “Em Kurd in”, Kürt sineması için “eşsiz” bir görsel ve düşünsel yapıt. Film, sadece bir belgesel değil; aynı zamanda Kürt halkının direnişini, acılarını ve umutlarını gelecek nesillere aktaran bir köprü.
Söyleşimizde, belgeselin yaratıcı ekibinden Banu Yalkut Breddermann ve Thomas Balkenhol ile Sinema Serbixwe editörü Rûmet Onur Kaya’nın bakış açılarına yer veriyoruz. Bu süreçteki kişisel deneyimleri, belgeselin tarihsel önemi ve Kürt sinemasındaki yerini birlikte keşfediyoruz.
Belgeselin çekimleri sırasında çekilen fotoğraflar ilk kez yayınlandı.
“Em Kurd in” belgeselinin hikâyesi nasıl başladı?
Banu: Hanjo Breddermann, Almanya’dan gelmişti. Kendisi o dönemde Almanya’daki bir sol örgütle bağlantılıydı ve Türkiye’de de Birikim Hareketi’nden arkadaşlarla tanışıyordu.
1980 darbesinden hemen sonraydı. Hanjo, “Kürtleri tanımak, Kürt meselesi hakkında bilgi sahibi olmak istiyorum. Bununla ilgilenen birini tanıyor musunuz?” diye Birikim Hareketi’nden arkadaşlara sormuş. Arkadaşlar da beni ona yönlendirdi. Hanjo, “Ben Kürtlere ilişkin bir film çekmek istiyorum,” dedi. Ben de ona, “Rızgarici arkadaşlarımla konuşayım. Onların bir ilişki ağı oluşturmaları mümkünse, bize olanak sağlayabileceklerse çekebiliriz” dedim.
Rızgarici arkadaşlar, “Bu film, Kürt tarihini ve kültürünü belgelemek için büyük bir fırsat,” dediler. Biz de onların sağladığı ilişki ağı üzerinden çekimlere başladık.
Siz projeye nasıl dahil oldunuz?
Thomas: Hanjo ile dostluğum Almanya’da başlıyor ve onun önerisiyle projeye dahil oldum. Sinema okulunu Almanya’da bitirdim ve o zamana kadar üç televizyon filmi yönetmiştim. Bu proje benim için ilk uzun metrajlı kurgusal çalışmam oldu. Politik bir insan olarak, Türkiye’de darbe sürecinde bulunuyordum. Darbenin etkilerini yaşadım ve oradaki sosyalistlerle dayanışma içindeydik. Bu da bir neden.
Peki sizi Kürtlerle yakın bir ilişki yolculuğuna çıkaran süreç nasıl gelişti?
Banu: 1952 Ankara doğumluyum. Çocukluk ve gençlik yıllarım Ankara’da geçti. Ankara Koleji mezunuyum. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okudum.
1969 yılında kurulan Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın (DDKO) bürosu Ankara’daki evimizin yakınına açılmıştı ve çevrede Kürt öğrencilere karşı ön yargılı davranışlar gözlemleniyordu.
Kürtler aleyhine bu söylemler halamı rahatsız etti. Halam anneme, “Biz Rumeli göçmeniyiz. Önce İstanbul’a sonra Ankara’ya geldik. Zamanında pek çok azınlıktan arkadaşlarımızı kaybettik. Kürtlere kötü davranılması hiç hoşuma gitmiyor. Apartmanın bir katını mutlaka onlardan birine kiraya ver, çünkü Kürt öğrenciler ev bulmakta zorluk çekiyorlardır” demişti. Bu sayede ben de bu konuya duyarlı hale geldim. İlk kez Kürdistan’ı 1974 yılında kara yoluyla Hindistan’a yapmış olduğum seyahatte gördüm ve etkilendim. İnsanların nasıl bir muamele gördüğüne biraz şahit oldum çok genç yaşlarımda ve bu meseleyle ilgilenmek istedim.
Ankara’da oturduğumuz evin yakınında Van Talebe Yurdu açılmıştı. Böylece ilk kez Kürtlerle karşılaşmış oldum. Yani Kürtleri kişisel olarak tanımadan evvel Kürt meselesiyle ilgilenmiş oldum.
Kürtlerle ilk tanışmanız?
Banu: Lise yıllarımda Devrimci Liseliler (Dev-Lis) hareketiyle tanıştım, ardından Dev-Genç ile bağlantılarım oldu. Daha sonra Birikim Hareketi ile hareket ederken Rızgaricilere rastladım. Rızgaricilerle yakın ahbap olduk. Sonrasında, 1978’de ilk kez Diyarbakır’a gittim. O dönem Diyarbakır’da demokratik bir ortam vardı. Rızgarici arkadaşlarım sayesinde Kürt coğrafyasını daha yakından tanıma fırsatım oldu. Feqi Hüseyin Sağnıç ile tanıştım ve Feqi amca benim için bir baba gibiydi. O tanışıklıkla bölgeye sık sık gitmeye başladım.
Bu belgeseli çekerken amacınız neydi?
Banu: Kürt halkının tarihine, kültürüne dair bir belge bırakmaktı. Kürtlerin Cumhuriyet’ten bu yana nasıl bir zulüm gördüğünü, direniş sergilediğini ve bunun devam ettiğini göstermek istedik. Umarım amacımıza ulaşmışızdır.
Bu proje sizin için neyi ifade ediyor?
Thomas: Bu film benim için sadece bir belgesel değil, aynı zamanda bir halkın tarihine tanıklık etmek demek. Bu tanıklığın bir parçası oldum.
Bu tarz belgeseller bir belgedir; eskimez. 40 yıl geçmiş olmasına rağmen hala izleniyor ve bu sürekliliğin verdiği bir tat var. İşte bu yüzden bu film, zamanın eskitemediği çalışmalar arasında yer alıyor.
Filmin çekimleri sırasında karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
Banu: Çekimler genelde kırsal alanlarda daha rahattı, çünkü şehirler tamamen askeri kontrol altındaydı. Diyarbakır, Van gibi şehirlerde açık alanlarda çekim yapmak imkânsızdı.
Hanjo ile birlikte, bir turist rehberi ve turisti canlandırarak Kürdistan’ı gezdik. Filmi 1980-1981 yıllarında, yani baskının en yoğun olduğu dönemde çektik. Gözaltına alındığımız çok oldu. Turist ve rehber rolleri bizi kurtarıyordu. Çekimler sırasında materyalleri yanımızda taşımıyorduk. Rızgarici arkadaşlarımız aracılığıyla kayıtları farklı yollardan arkamızdan İstanbul’a gönderiyorduk.
Kamera ekipmanları büyük ve dikkat çekiciydi. Mikrofonlar ve kameralar gizlenemeyecek kadar büyüktü. Bu yüzden birçok sahneyi çekemeden bırakmak zorunda kaldık. Ancak kırsal kesimde insanlar daha rahat konuşuyordu. Şehirlerde böyle bir özgürlük mümkün değildi.
Bu belgeseli yapabilmek için elimizden geldiğince çekmeye çalıştık.
Projeye herhangi bir destek var mıydı?
Thomas: O dönemde sinema çok pahalı bir işti. Kurmaca film yapmak büyük bir sermaye gerektiriyordu. Ancak bu proje tamamen bağımsız bir girişimdi. Hanjo ve Banu, çekimlerin tüm masraflarını kendi olanaklarıyla karşıladı. Ben de projeye gönüllü olarak dahil oldum ve filmin kurgusunu Almanya’daki montaj masamda yaptım.
Çekim sürecinde sizi en çok etkileyen ne oldu?
Banu: 5 No’lu Cezaevi’nden gelen sesleri duymak benim için en travmatik deneyimlerden biriydi.
Beni orada derinden etkileyen çok şey oldu. Ancak unutamadığım kötü anılardan biri, Diyarbakır’da kalırken 5 No’lu Cezaevi’nden gelen köpek sesleri ve zorla söyletilen marşlardı. İçeride birçok arkadaşım vardı. Yaşanan her şey, arkadaşlarıma oldu ve dışarıdan bunu duyabiliyorduk. Bunlar hala rüyalarıma giriyor. Birdenbire uyanıyorum. Burada şunu ifade etmek istiyorum: Benim gibi bu olaylara dolaylı olarak maruz kalanlar için “ikincil travma” deniyor. Buna doğrudan muhatap olan insanları ise düşünmek dahi zor geliyor.
Tüm bu zorluklara rağmen bu seyahatten bana sadece travma kalmadı. Kürtlerin direnci bana da her konuda mücadele gücü verdi. O dönem tanıdığım arkadaşlarımın bir kısmıyla ömür boyu sürecek dayanışmacı bir dostluğumuz oluştu.
Bu kadar zulüm neden yapıldı? Bugüne kadar bunu hala anlayabilmiş değilim!
Bu filmi atfettiğimiz arkadaşımız Rizgarî hareketindendi, Hanifi Uslu. Ne yazık ki, hem 5 No’lu Cezaevi’nde yattı hem de yaşadığı baskılar nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Ancak sürgünde yaşamını yitirdi.
Çekim yapmak isteyip yapamadığınız yerler oldu mu?
Banu: Evet, Hakkâri ve Şırnak gibi sınır bölgelerine gidemedik. Bu bölgelerde askeri kontrol çok yoğundu. Bu yüzden oraya giremedik.
Midyat’ta da hem büyük askeri bir operasyonu hem de oradaki halkı ve kültürel şeyleri çekmek istedik. Askeri operasyonların yoğun olduğu yerlerde çekmeye izin vermiyorlardı tabi. Kaldığımız otele polis geldi. Nereye gittiğimizi falan sordu.
Süryanilerin kaldıkları yerlere gideceğimizi söyledik. “Sizi yarın biz götürürüz” dedi ve gitti. Ardından otel sahibi bizi uyardı: “Yarın sizi tutuklamaya gelecekler.” Bunun üzerine otelden hemen ayrıldık.
Hangi kentlerde çekildi?
Banu: Diyarbakır, Eğil, Bitlis, Tatvan, Muş (Varto), Malatya (Arguvan), Mardin ve Van gibi yerlerde çekimler yaptık. Ama şehir merkezlerinde çekim yapmak zaten imkânsız olduğu için şehir içi çekimler çok az. Mesela askeri de çekemiyorsunuz. Bir tane ancak Varto’nun oralarda çekebildik.
O yüzden daha çok kırsal alanda çekimleri yaptık.
Çekim ekibiniz kaç kişiydi?
Banu: İki kişi çektik. Çünkü üç kişi imkansızdı. O zaman dikkat çeker ya bizi geri gönderirlerdi ya da tutuklarlardı. Dediğim gibi gittiğimiz Rızgarici oluyordu. Katkıları büyük. Çekimleri ve ses kayıtlarını yanımızda taşımıyorduk. İlişkiler ağı sayesinde İstanbul’a gönderiliyordu. Böylece çekim materyallerimizden kaybımız olmadı.
Teknik ve ekipman nasıldı?
Thomas: Çekim süresi otuz saniyeyi aşamayan bir kamera ile yapılan bir film. Örneğin, bir polis kontrol noktasından otuz saniyelik bir görüntü var. Bu görüntüyü dondurulmuş kare (freeze-frame) tekniğiyle uzattık ve sesle destekleyerek tam bir kurgu haline getirdik.
Kamera olarak Bolex H16 kullanıldı ve 16mm filmlerle çalışıldı. Bu kameralar, her otuz saniyede bir tekrar kurulum yapılmasını gerektiriyordu.
Belgeselin tamamıyla Kürtçe çekilmesi konusundaki kararınızın arkasındaki düşünce nedir?
Banu: İnsanların dilleri, kimliklerinin bir parçasıdır; özellikle Kürtlerin kimliğinde dil çok önemli bir yere sahiptir. Bu yüzden belgeselin Kürtçe olmasını özellikle istedim. Kürtçe bilmeyen biriyle karşılaşmadık. Çektiğimiz yerlerde böyle birine rastlamadık.
Bizim tercihimiz Zazaca ve Kurmanci oldu. Yani belgeselde de herkes, kendini hangi dilde en iyi ifade ediyorsa o dilde konuştu.
Kürtçe bilmeden kurgulamak zor olmadı mı?
Thomas: Biraz Kürtçe biliyordum. Öncesinde öğrenmeye başlamıştım. Kurguyu yaparken konuşmaların genel anlamını az çok anlıyordum, bu da işimi kolaylaştırdı.
Bu projede çalışmak size neler kattı?
Thomas: Çok şey öğrendim. Kürtlerin yaşadığı zorlukları daha derinden anlamamı sağladı. Daha önce de dayanışma içerisindeydim, ancak darbenin etkilerini ve özellikle Kürt coğrafyasındaki yıkımı bu kadar yakından bilmiyordum. Bu belgesel benim için büyük bir öğrenme süreci oldu.
Filmi gösterme şansı bulabildiniz mi?
Banu: Filmi cunta döneminde Türkiye’de göstermek çok zordu. Daha sonraları sadece Diyarbakır Belgesel Günleri’nde 2011’de filmin kurgucusu Thomas aracılığı ile bir kez gösterildi. Almanya’da birkaç kez gösterim yaptık ve büyük ilgi gördü. Son olarak Hanjo, “Filmi YouTube’a yükleyelim, herkes görsün,” dedi. Şimdi film benim kanalımda iki versiyon halinde yüklenmiş durumda: biri sadece Kürtçe, diğeri
Almanca altyazılı.
Bugün filme baktığınızda ne hissediyorsunuz?
Thomas: Filme baktığımda “Nereden nereye?” diye düşünüyorum. Ama aslında hiçbir şeyin değişmediğini hissetmek çok acı verici. 40 yılda bu konuda hiçbir ilerleme kaydedilmedi. Kürtçe, yarı serbest bir durumda; bu da tam bir özgürlük değil. Bu gerçekten üzücü bir durum.
Bu belgesel sizde nasıl bir etki bıraktı, sizi nereye götürdü?
Kaya: 1980/81 yıllarında Kürtçe uzun metrajlı bir belgesel çekilmiş olduğunu yeni öğrendik. Kürtçenin Kurmanci ve Zazaca lehçelerinde çekilen uzun metrajlı belgesel “Em Kurd in”, Kürtlerin kültürünü ve yaşamını, ülkenin doğasını, durumunu ve 1980’lerin atmosferini anlatıyor. Ülkenin doğası, röportajların anlatımı, Kürtçe şarkılar ve ezgiler, sahnelerin akışı, atmosfer ve o zamanki durum beni çok etkiledi. Belgeselin sahneleri ve görüntülerinin akışı beni adeta zamanda geriye götürdü.
“Em Kurd in” belgeselini sinematografi, anlatım dili ve görsel estetik açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kaya: “Em Kurd in” belgeseli, klasik belgesel teknikleriyle ve tamamen kurmaca olmadan, doğa görüntüleri, röportajlar ve şarkılardan oluşan bir yapım. O dönemin durumu ve atmosferi, doğal bir dil ve estetikle, sade bir şekilde ekrana yansıtılmış. Akıcı bir belgesel.
Sizce bu belgeselin Kürt sinemasındaki yeri nedir?
Kaya: Yeni bilgilere göre bu belgesel, Kurmanci ve Zazaki lehçelerinde çekilen ilk Kürtçe belgesel olma özelliğini taşıyor. Sinemanın sessiz döneminde, özellikle Sovyetler Birliği’nde Kürt kültürü ve yaşamı hakkında bazı filmler ve belgeseller yapılmış ve sinemanın sesli döneminde çekilen ünlü Kürt yönetmen Yılmaz Güney’in filmleri büyük yankı uyandırmıştır Kürt sinemasının yönetmenleri üzerine. Sanatçı Nizamettin Ariç’ın “Kilamek ji bo Beko” (1992) filmi, Kurmanci’deki ilk Kürt filmidir. Birkaç yıl önce Rojhilat’ta yönetmen Teyfr Bethayi’nin 1984’te “Nan û Azadî” adlı bir belgesel çektiği duyurulmuştu, ancak belgesel bazı nedenlerden dolayı yayınlanmadı. Kerküklü yönetmen Mehdi Omid 1989’da “Tünel” adlı Kürtçe bir film yaptı. Yine birkaç yıl öncesine ait bilgilere göre Tayfur Bethayi’nin 1982 yılında çekilmiş bir filmi daha var ve bu film de şu anda mevcut.* Uzun metrajlı belgesel “Em Kurd in”, 1980’lerin doğasını, durumunu ve atmosferini vurgulayan, hem görsel hem de düşünsel açıdan eşsiz bir kaynak olan önemli bir belgeseldir. Bu sebeplerden dolayı Kürt sinema yönetmenleri mutlaka belgeselden faydalanacaktır.
Belgeselin tamamının Kürtçe çekilmesi Kürt sineması açısından ne ifade ediyor ve bu durum Kürt sinemasının kimliğinde nasıl bir rol oynuyor?
Kaya: Sinema, kurmaca filmler, belgesel filmler (belgesel sinema) ve hem yarı kurmaca ve yarı belgesel filmler olmak üzere birçok türe sahiptir. Bilinen sebeplerden dolayı Kürtçe film ve belgesel sayısı azdı, ama 30 yılı aşkın bir süredir Kürtçenin tüm lehçelerinde birçok uzun metrajlı film, kısa film, belgesel ve dizi çekilmiş/çekilmekte olup, Kürt sineması gelişimini sürdürmektedir. Her yıl onlarca Kürtçe film festivalleri düzenlenmekte ve her yıl birçok Kürt filmi uluslararası film festivallerinin programlarında yer almakta ve ödüller kazanmaktadır. 1980’lerde tamamen Kürtçe çekilen belgesel sayısı çok azdı. Ancak birkaç hafta önce YouTube’da yayınlanan bu belgesel, Kürt sinema yönetmenleri için önemli bir kaynak olmasının yanı sıra Kürt sinemasının kimliği açısından önemli ve anlamlı bir rol oynayacaktır.
*’Em Kurd in’ belgeseli buradan izlenebilir.