Bugünkü köşe yazısında ulus kavramını konu edinen soL Haber yazarı Orhan Gökdemir, “Uluslar birer mitten ibarettir. Onu ete kemiğe büründüren Nazım türü büyük şairler, büyük sanatçılar, yazarlar, çizerlerdir” ifadelerini kullandı.
Orhan Gökdemir’in yazısının tamamı şöyle:
“İlk sorudan başlayalım, Türk kim? Bir mitolojik varlıktır Türk. Fransız da Alman da Kürt de öyledir fakat. Uluslar birer mitten ibarettir. Bakmayın tabu haline getirilmesine, Avrupa uluslarının keşfedilmesinin şunun şurasında üç yüz yıllık bir tarihi var. Bizdeki “Türkçülüğün” ömrü daha kısa, 19. yüzyılın sonunda keşfedildi o da. Daha önce “Türk” Osmanlıda hakaret niyetine kullanılan bir kelimeden ibaretti. Peçevi ve Neşri Tarihi’nde Türkler, Kürtler ve Çingeneler ile birlikte, toplumun en aşağı tabakası olarak zikredilmektedir.
Peki Türkiye nere? Coğrafi ad olarak “Turkhia” veya Türkiye adlandırmasına ilk olarak Bizans kaynaklarında rastlıyoruz. Göçebe Türkler Bizans derinliklerine doğru ilerliyordu, göçleri önlenemiyordu, zorunlu bir adlandırmadır. Türkiye 6. yüzyılda Orta Asya’dır; 9 ve 10. yüzyıllarda Volga ile Orta Avrupa arasındaki bölgedir. Doğusu Hazar ülkesi, batısı Macar ülkesi olarak anılıyordu. 13. yüzyılda Kölemen, Köle Türk, devleti nedeniyle Mısır ve Suriye de Türkiye diye anılıyordu. Kaynağı gibi konar-göçer bir adlandırmadır. Anadolu 12. yüzyıldan itibaren konar göçerlerle tanışmış ve onların yaşadığı bölgeler Türkiye olarak kabul edilmiştir. Açık, belli, ancak oynak bir zemini var; Türkiye Türklerin yaşadığı bütün bölgelerdir.
Bununla birlikte bölgemizde iki önemli oluşuma kaynaklık etmişlerdir. Türkler Osmanlı’nın kuruluşundaki temel dayanaktır. Ama sonra Osmanlı kurucularına arkasını dönmüş, düşman kesilmiştir. Sonra, şimdi İran dediğimiz bölgede, Safevi devletinin askeri ve toplumsal temeli oldular. “Şaha gitmek” temel eğilim oldu, Anadolu’nun Türkleri kafileler halinde İran’a yöneldi. İran uzun süre Osmanlıdan daha çok Türkiye oldu. Türkiye’nin yeniden Anadolu’ya dönüşü İttihat Terakki ve Cumhuriyet iledir.
***
Aradaki Osmanlı tarihi ise Türklere düşmanlık tarihidir. “Etrâk-ı bî-idrâk”, akılsız-aptal Türk, tabiri 16. yüzyılın Şeyhülislamlarından Sadettin Efendi’den miras kalmıştır. “Tacü’t-Tevârih” adlı eseri Türk ve Türkmenlere hakaretlerle doludur. Türklerden nefreti tarifsizdir. Nefret ettiği Türkler, Şah’a meyleden göçebe Türkmenlerdir.
Hoca Sadettin’nin “akılsız Türk” lafının önü ve arkası da önemlidir.
“Başına tac aldı çıkdı ol pelid
İtdi bî-idrak Etrak’i mürid.”
Özetle, “O pis adam başına taç takarak ortaya çıktı. Kendine akılsız Türkleri mürit yaptı” demektedir. Başına taç takan pis adam, Safevi tarikatı şeyhi Şah İsmail’dir. Akılsız Türkler ise Şah İsmail’e katılmak isteyen Anadolu Türkmenleri, Kızılbaşlarıdır.
“Ey Kadimî Türke hiç olma yakın
Sözleri olur ise dürr ü semin
Zinhar olma Türke yakın
Kes başın, kanın dök, çekme gam
Oktul-üt Türke velevkâne ebâk”
“Baban dahi olsa Türk’ü öldür” demektedir burada şair. 1499’da yazılan bu “şiirin” yazarı “Kadimî” mahlaslı devşirme Hafız Hamdi Çelebi’dir. Nefreti derindir. Yabanidir Türk, “eşeğe binmiş eşek”tir.
- yüzyıl şahsiyeti Gelibolulu Mustafa Ali “Mevâidu’n-Nefâis” adlı eserinde, “Anadolu, Karaman ve Rum ülkesi adlarını alan pasaklılar halkı elbette kır adamlarıdır. Bunlar aralarında güzel ve sevimli olanı az görünen, çeşitli biçimde çirkin kimselerdir” diyerek Türkleri aşağılar. Yavuz Selim döneminde Türklerden duyulan nefretin yazıcılarındandır. 17. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Müneccimbaşı Ahmet Dede, “Sahâifu’l-Ahbâr” adlı eserinde Türk’le Çingeneyi birlikte aşağılar.
“Türk’ün dilberidir gayetli inat
Şehir dili bilmez lisanı kubat
Kelamında eder Türklüğün ispat
Hayvan gibi gözün diker samana!”
Bu da 19. yüzyıldan Tokat’lı Aşık Nuri’nin şiiridir. Türkleri gözü samanda hayvanlara benzetmektedir.
Demek ki “etrâk-ı bî-idrâk” sözüyle hedef alınan soyut bir Türklük değil, Türkmen Kızılbaşlardır. Osmanlı onları kendinden saymamakta, düşman bellemektedir. Çünkü Osmanlı göçebelere karşı yerleşik Müslümanların ve Hıristiyanların devletidir. Göçebe aşiretlerle bağını koparmıştır. Ordusu kozmopolittir; devşirmelerden, paralı askerlerden, Hıristiyan Rumeli köylülerinden oluşmaktadır. Bizans göçebelere karşı Osmanlıları desteklemiştir. Anadolu Roma’dır, göçebelerin yaşadığı Bizans kontrolü dışındaki bölgeler Türkiya’dır. Göçebe Türkler devletler kurmuşlar fakat onlar Türk devleti olmamışlardır. Osmanlı da Türk değildir. Başlangıçta Müslüman da değildir, ihtiyaç ortaya çıkınca öyle görünmeyi başarmıştır ama hiç Türk olmamıştır. Yavuz Selim sırf Sünni diye Kürtlere yaslanmıştır örneğin ama Safevi korkusundan Türklerden hep nefret etmiştir.
Yerleşenler önce Müslümandır, sonra yerleştikleri yerin sakinleridir. Yerleşik göçebeyi, göçebe yerleşiği hor görür. Göçebe, oturak ve tembel yerleşiği küçümser. Yerleşikler ise göçebeleri İslam ve uygarlık düşmanı olarak görür. Osmanlının Türk nefreti 1. Dünya Savaşına kadar sürmüştür. Haliyle, Anadolu’nun yerleşik halkı kendini Müslüman biliyordu ve Türk demeyi hakaret sayıyordu. Hoca Sadettin Efendi’nden 300 küsür yıl sonra, 1915’de, Doğu Cephesi’nde görev alan Şevket Süreyya Aydemir, alayındaki askerlere “siz Türk müsünüz?” diye sorduğunda aldığı cevap “Kızılbaşlara Türk denir, biz Müslümanız” olmuştur. Yani bu kadar geç bir tarihte bile Türk demek Kızılbaş demektir. Göçebeydiler, şehirliler ve yerleşik köylüler için tehdittiler. Müslümanlaşmaya karşı da kırılmaz bir dirençleri vardı. Bu nedenle Türklük üzerine bir “ulus bilinci”nin kurulması güç ve geç olmuştur.
Bugünkü anlamıyla keşfedenler Yahudi kökenli Macar aydınlarıdır, modern “Türk”ü, Arminius Vambery ve Leon Cahun’a borçluyuz. Türk olduğumuzu onlardan öğrendik fakat kabul etmedik. Kemalistler ise halk olmamız için aynı zamanda Türk olmamız gerektiğine inanıyorlardı; Anadolu’yu dolaşıp köylerde Türkleri aradılar ve fakat yalnızca Müslümanları buldular. Bu çaresizlikten doğan Türkiye Cumhuriyeti, ulusun adını taşıyan ilk ulusal Türk devletidir.
***
“Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben…”
Haliyle Cumhuriyet’le birlikte Türk ve Türkiye adı da meşruiyet kazanmıştır. Komünist şair Nazım Hikmet’in göğsünü gere gere “Türküm” demesinin arkasındaki hikmet işte budur. Komünisttir, bununla birlikte vatan ve ulus sevdalısıdır. Köylü Türk köylüsüdür, millet Türk milletidir. ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles’in “Nato’nun en ucuz askeri Türk Askeri’dir. Bize sadece 23 sente mal oluyor” demesi üzerine yazdığı şiirinde şöyle der;
“yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim,
her millet gibi büyük Türk milleti…”
Türk Devriminin eşsiz destanını yazması da rastlantı değildir. İşte bu yüzden onun kökleri Anadolu’da, dalları evrensel sonsuzluktadır.
***
Mustafa Kemal, Aydınlanma bakiyesi Batıcı bir program yürütüyordu, bu yüzden Hititlerin Türk olduğunu iddia etmek zorunda kaldı. Hititlerin Türk olduğunu iddia ederken, aslında Türklerin Hitit kökenli olduğunu söylemek istiyordu. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Avrupa Hitit köklerine ırkçılığa kaçan bir tonda vurgu yapıyordu. Kemalistler Anadolu dillerinin (Lidyaca, Karyaca, Likyaca, Luvice, Hititçe) Hint-Hitit çıkışlı olmasının işlerini kolaylaştıracağını düşündü. Cevat Şakir’in başını çektiği “Anadoluculuk” hareketinin çıkışı budur. Anadolucular, “Bu mirasın sahibi biziz” demeye getiriyorlardı. Fakat Türkçe, eski Anadolu dillerinin tamamen dışındaydı. Olmayacağı görülüyordu. Kemalist hareket Avrupa ideolojisinin yönelimini sezmiş ve “Türk Tarih Tezi” ile Avrupa ırkçılığının karşısına Türk merkezci anlayışla çıkmaya çalışmıştı.
Mücadele derindedir. Kurtuluş Savaşı’nda yakın düşman Yunan Krallığı’ydı ve bu krallık Avrupa’nın himayesi sayesinde kurulabilmişti. Yani Kurtuluş Savaşı içinde aynı zamanda Avrupa’nın sınırlarını yeniden belirleme savaşı vardı. Kemalizm, böylesine elverişsiz koşullarda bir ulus icat etmek zorunda kaldı, ümmetten millet üretmeye girişti; sonucun pek sorunlu olduğunu artık biliyoruz.
Tabii bütün bunlardan sonra ve bütün bunlara rağmen Türk, bir mitolojik karakterdir. Fransız da Alman da Kürt de öyledir fakat. Uluslar birer mitten ibarettir. Onu ete kemiğe büründüren Nazım türü büyük şairler, büyük sanatçılar, yazarlar, çizerlerdir. Şöyle özetleyebiliriz; Nazım varsa, Türk de vardır!”