‘İçine kapalı dışına sevdalı’ Yeni Mahalle

Nefretin ve öfkenin bir “iletişim” biçimi hâline gelmesiyle Türkiye’nin dengesi ve düzeni bozuldu. Kavga etmeye hazır, fikirleri boğmaya teşne kişi ve gruplar hemen her köşe başını tuttu. Nobranlık ve ceberrutluk olgunlaştı. Geçmişsizleştirilmeye geleceksizleştirme eklendi. Hâl böyle olunca mahallede işler değişti, ortalık karıştı.

Şimdinin savunucuları söze, “daha önce de böyleydi” diye başlayadursun, Figen Şakacı “Yeni Mahalle”nin durumunu gözler önüne serdiği HınçAhınç’ta, yoksul ve gelecekten umudunu kesmiş üç gencin dostluğunu merkeze alarak hikâyeler oluşturuyor. Nefretin, öfkenin ve her an alevlenebilecek şiddetin anlatımıyla çıkıyor karşımıza.

‘KÜÇÜK’ DERTLER, BÜYÜK OLAYLAR

Şakacı’nın anlattığı hikâye kemik sesi gelen, küfürlerin havada uçuştuğu, gerilimli ve kavgaya çalan bir futbol maçına benziyor. Huzursuzluk, hesaplaşma arzusu, ebeveynlere alttan alta duyulan öfke diz boyu. Fakirliğin doğurduğu hırs ve yılgınlık da söz konusu. Umut da var tabii ama az; mahallede top koşturup ileride büyük futbolcu olma ve sıkı bir transferle yeni hayata atılma uzak olasılık. Hiçbir şey olamadan yerinde sayma tehlikesi ise daha güçlü bir ihtimal.

Yeni Mahalle’nin düzü de yokuşu da insanın iflahını kesiyor. Yücespor ise ahalinin eğlencesi, meşgalesi, her şeyi. “Maç günleri 46’ya bağlayan mahalle”nin dışa açılan penceresi.

Yeşil sahaların erken olgunlaşan oyuncusu Serde ve aşkı Demâr ile yıldız adayı Arif arasındaki dostluğu pekiştiren şey Yücespor ve yaşadıkları yer.

HınçAhınç, Figen Şakacı, 144 s., İletişim Yayınları, 2024

Dostluğun ve hıncın mekânı Yeni Mahalle; Arif, Demâr ve Serde ise bu gelgitli, her daim hareketli ve içine kapanık yerin üç cengâveri âdeta. Ailelerinin terbiye etme çabasının pek sonuç vermediği, kendilerince bir evren kurmuş ve mahalle içinde mahalle yaratmış üç kafadar…

Demâr ve Serde hiç ayrılmayacağına inanıyor, birbirine sessiz sözler ve umutlar veriyor. İkisi de bir gün yoksulluk çemberinden sıyrılacağını düşünüyor fakat bunu nasıl yapacağını bilmiyor. Bu ikilem, sıkışmışlık ve gerilim, bastırdıkları öfkelerini kabına sığmaz hâle getiriyor. Özellikle Serde, hırs ile hınç arasında gidip geliyor; ikisi bazen yer değiştiriyor. Kentsel dönüşümcülerle sorun yaşayan, kendisini korumaya uğraşan, birbirini kollayan ve sinirini kimseden esirgemeyen Yeni Mahalle’nin ruhuna da uçan kuşa borcun uçmayana hıncın olduğu genel duruma da uygun Serde’nin bu hâli.

Arif ise “küçük” dertleri büyütmekle meşgul. Genelde ayık olmayan kafasında, dışarıdaki seslerden çok taksitle aldığı montun yakasına yapışanlara tutuluyor. Belki de bu gibi “ufak” sorunlar yüzünden kafasındaki tilkilerin kuyruğu birbirine dolanıyor.

Tüm bunların yanında, Yücespor’un yenilgileriyle yakılmak üzere olan mahalledeki fırtına öncesi sessizlik de cabası. Hıncın açığa çıkması için böyle bir neden yeterli: “O gün kimse gözlerdeki nefretin, ağızlardaki salyanın, sıkılı yumruklara yüklenen kuvvetin ağırlığını ölçmeye yeltenmedi, bir Allah’ın kulu bile itidal telkin etmeye kalkacak cesareti kendinde bulamadı. Sokaklarda ne kadar konteynır varsa devrildi, ceplere doldurulan taşlarla rakiplerin kafası ezildi, çimlere yatırılanların üstüne zeballâh gibi çöküldü, yerlere saçılan çöplere basıp kayanlar gide gele tekmelerle inletildi, kartonlarından başka kaybedecek bir şeyi olmayan yersizler yanan evlerine baka baka ayakta uyudu, pencereler sıkı sıkı kapandı, perdeler çekildi, rövanşın çok daha kanlı olacağına dair intikam yeminleri günün modasına uygun marşlarla ve mahallelinin eşliğiyle belki yüz kere edildi.”

BİZE HER ŞEY YENİ TÜRKİYE’Yİ HATIRLATIYOR

Yeni Mahalle’de herkesin kendine göre dertleri var. Kimi annesinin erken gidişine hayıflanıyor kimi de yoksulluk gömleğini yırtıp atmak istiyor. Hınç ve öfke birbirine karışıyor. Tıpkı Yeni Türkiye’de olduğu gibi.

Serde, Demâr ve Arif de bu mahallede hem yanyana hem de aslında biraz ayrı. Yeni Mahalle’de bu yakınlık ve uzaklık at başı gidiyor. Üçlü, kelime yetmediğinde veya sözcükler anlamını yitirdiğinde etrafındakilerin yaptığı gibi argoya ve dilin cilası küfre sarılıyor. İçlerindeki boşlukları birbirleriyle doldururken bazen hakikatleri öteliyorlar bazen de karşılarına gerçekler dikiliyor: “Arif voliyi vurup bir an önce zengin olsa, Serde saha kenarından ortaya geçse, götleriyle meşhur kadın memleketinde top oynasa fena mı olurdu. Demâr onların bu türden gelecek hayalleriyle dalga geçerdi hep. Hepimiz öleceğiz ulan, ne geleceği…”

“İçine kapalı dışına sevdalı”, dedikodunun “yerli ve millî gıda” sayıldığı Yeni Mahalle’de kafalarına oturmayan, onları dertlendiren ve ruhlarını daraltan her şeye ve herkese sağlam bir ayar vermenin de peşinde Demâr, Serde ve Arif. Ancak bazen hayata dâhil edilen bazen paranteze alınan ölüm, bu hayali sekteye uğratıyor.

Şakacı, Yeni Mahalle ile Demâr, Serde ve Arif özelinde, sonu başından belli bir oyun misali bir hikâye kurguluyor HınçAhınç’ta: “Kardeşliğin bittiği yerde kan akar, damarda durmaz, illa ki akar” cümlesi ise oyunu da sonunu da özetliyor. Öfke hınca ve oradan da intikama dönüşüyor. Sıralama değişebiliyor.

Yaşama sarılma ile olup bitenin üstesinden öfkeyle gelme arasında sıkışmışlığı, çaresizliği ve umut arayışlarını romanlaştırmış Şakacı. Kişinin öfkesinin toplumun öfkesi hâline gelişini resmetmiş. Buna sevgi arayışı ve sevgi yoksunluğu da kazanç ve rant uğruna sevdiklerinin başına iş açma da dâhil. Kalabalık içindeki yalnızlık ve (Gülistan karakterinin yaptığı gibi) hayatına bir anlam katma arayışı da… Açık bir bilinç de bulanık ruh hâlleriyle şiddetin olağanlaştırılması da…

Kısacası karakterler ve Yeni Mahalle’deki hemen her şey bize Yeni Türkiye’yi hatırlatıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir