Biyolog ve psikiyatrist Daniel Mason’ı Türkçeye de çevrilen Piyano Akortçusu ve Kış Askeri romanlarıyla biliyoruz. Her iki uzmanlığının, özellikle de psikiyatristliğinin izlerine romanlarında rastladığımız Mason, anlattığı hikâyelerde bizi tarihî, ruhsal ve toplumsal yolculuklara çıkarıyor. Bazen Birinci Dünya Savaşı’nda bir tıp öğrencisinin cephede yaşadıklarıyla karşılaşıyoruz, bazen 1800’lerin sonunda Burma’nın balta girmemiş ormanlarında bir piyano akortçusunun zihnindeki soruların ortasında ve etrafında olup bitenlerin içinde buluyoruz kendimizi.
Mason, dönem hikâyeleri ve tarihin kesitlerine yoğunlaşırken hayat öyküleriyle, tepkilerle ve karakterlerle karşı karşıya getiriyor bizi. Kuzey Ormanları da böyle bir kitap.
Mason, kolonisinden kaçan iki âşığın ormanda inşa ettiği, daha sonra pek çok insanın ve canlının evi hâline gelecek kulübeyi hikâyenin merkezine yerleştiriyor. Kulübenin zaman içindeki sakinleri arasında savaş meydanlarından kaçıp kendini doğaya bırakan bir asker, ikiz kız kardeş, bir gazeteci, bir ressam, bir düzenbaz, bir panter ve bir böcek bulunuyor. Bunlar, kulübede ve ormanda yaşayıp bir sürü şeye tanık oldukça mekânın geçmişini öğreniyor ve hikâye sürekli genişliyor.
ZİYARETÇİLER VE BİR ÖMÜRLÜK MİSAFİRLER
Mason, kolonisinden kaçarak ormanda yaptıkları kulübede başka bir yaşama adım atan, daha sonra orayı yeni sahiplerine bırakıp dünyadan göçen Kadın ve Adam’ın eylemi aracılığıyla bir zaman koridoru açıyor. Savaş meydanlarından uzaklaşıp ömrünü bahçesine adayan “elma adam”, onun çelişkiler ve ikilemler içinde yaşayan ikiz kızları geliyor buraya.
Kendini doğaya veren ve ağaç yetiştirmeyi (özellikle elma ağacı) her şeyin önüne koyan “elma adam”, zorlu arazi koşullarına rağmen, belli bir zamana kadar geçmişi hakkında hiçbir bilgi edinemediği bu kulübeye yerleşirken “tutku bazen mantığın önüne geçer” diyor.
“Elma adam”ın ikiz kızları Alice ve Mary ise kulübenin bir sonraki sahipleri. Toplumdan soyut şekilde, arzularının ve hasetlerinin çemberinde, daha sonra ise savaşın ve kıtlığın gölgesinde yaşıyorlar. Kendileri için bir sevgi, anlayış ve denge sağladığını bildiklerinden babalarını özlüyorlar. Özellikle de Alice. Bu özlem ve çekişmeler içinde babalarından miras kalan “Meyve Yetiştiriciliği El Kitabı”yla beraber ömürlerini tüketiyorlar.
Alice’ten ve Mary’den daha farklı sorunları olan bir ressam, kuzey ormanlarındaki kulübeyle karşılaşan diğer kişi. Dostuna yazdığı mektuplarda, resim yapar gibi betimlediği bu yerin kaderini ya da tarihî serüvenini özetliyor: “Burada zaten hiç kimse bir şey yıkmıyor, sadece üzerine ekleme yapıyor, korkunç bir Almanca kelime gibi evi eve, kulübeyi kulübeye birleştiriyor. Her yerde bu biçimsiz yapıları görüyor insan. Yeni bir kanat ekleniyor, eskisi hizmetlilerin odası oluyor, onların odası ahır oluyor, ahır at arabası yeri oluyor ve bu böyle devam edip gidiyor. Bu evler deri değiştiriyor!”
Bahçe ve kulübenin rastladığı bir diğer kişi, ömrünü dolandırıcılığa vakfetmiş bir sahtekâr: “Zamanının bolluğu hep işine yaramıştı. Müşterilerini, karanlıkta fısıldadığı kelimelerin aslında ölen sevdiklerinin sözleri olduğuna ikna etmek çoğu zaman o kadar da kolay değildi. İnsan sarrafı olması, müşterilerinin ve ailelerinin içini inanılmaz ölçüde rahatlatmasına rağmen (ve buna gerçekten de inanmasına rağmen), ruh çağırma seanslarının bir tiyatro oyunundan ibaret ve seslerin kendi uydurması olduğunun farkındaydı.”
“Ruhanî âlem”e ulaştığını ve oradakilerle iletişim kurduğunu söyleyen bu kişi, seanslar düzenliyor, kulübe ve ormanın esas sahipleri de onu izliyor.
TARİHSEL BİR KOLONİ
Kulübenin, iz süren panter ve tutkulu bir böcek gibi sakinleri de oluyor zamanla. Bunlara toplu mezarları bulmaya uğraşan araştırmacı bir gazeteci de ekleniyor. Varlıklarıyla olduğu kadar, yokluklarıyla da pek çok insan ve canlı, kulübenin tarihi içinde yer alıyor.
Mason bir çember oluşturmuş Kuzey Ormanları’nda; kulübeyi yapan iki âşık, ardından orada bir meyve bahçesi oluşturup “Mucize” ismini verdiği elmayı yetiştiren eski asker, sonra kulübenin sahibi hâline gelen “elma adam”ın kızları, ressam, gazeteci derken sürekli el değiştirirken kendisi de değişen mekânın hikâyesinin döngüsü tamamlanıyor.
Mason’ın dinî atıflarının bazen hikâyenin önüne geçtiği ve karakterlerin toplumsallığının geri planda kaldığı; daha doğrusu yazarın potporisini yaptığı karakterlerin dönemin koşulları içindeki yerini ve çıktıkları çevreyi eksik bıraktığı Kuzey Ormanları’ndaki kulübe olayların, insanların ve oraya uğrayan hayvanların tanığı. Yaşamların ve ölümlerin de…
İki âşığın inşa ettiği ve uzun yıllar boyunca pek çok kez el değiştiren, zaman içinde eve dönüşen kulübe, Mason’ın kurguladığı ve yaşayan geçmiş diye nitelenebilecek hikâyenin tam ortasında. Oraya gelip gidenler ise dün-bugün bağlantısını oluşturuyor. Böylece hikâye, kuruluş ve yıkılış, var oluş ve yok oluş mitlerinin bir benzerine dönüşüyor. Kulübenin yaratıcılarının ektiği tohum filizlenip büyüyor, gelişip değişiyor, kuşaktan kuşağa aktarılarak genişleyen tarihsel bir koloniye evriliyor.