Anayurdu ören demir ağlardan demir parmaklıklara
Yıl 2010. Erdoğan -o sırada henüz başbakan- Diyarbakır’daki seçim mitinginde demokrasiye dair hamaset yüklü bir konuşma yaparken, aniden direksiyonu kırdı. Diyarbakır’a yeni cezaevi müjdesi verdi. 600 kişilik eski cezaevini yıkıp, geçmişin acı anılarını hafızalardan sileceklerdi.. Ama yerine 6 bin bin kişilik yeni bir cezaevi yapacaklardı. Bugün gibi hatırlıyorum; canlı yayını izlerken miting meydanındakiler susup kalmıştı.
Geçenlerde bir “müjde” de Adalet Bakanı’ndan geldi. Bakan Yılmaz Tunç 5 yıl içinde, ülke genelinde 106 yeni cezaevi açılacağını duyurdu.
Ben “yurdun demir ağlarla örülmesiye” övünülen bir kuşaktan geliyorum.
Demir parmaklıklarla değil! Yadırgadım tabii!
*. *. *
Ama bakan da haklı neticede! Cezaevleri son 20 küsür yılda tıklım tıklım dolmuş!
Resmî rakamlara göre;
* 2 Ocak 2025 itibarıyla cezaevlerinde kalan kişi sayısı 384 bin 216’ya çıkarak kapasiteyi geride bırakmış.
* Kaçtan kaça çıktı diye merak ediyorsanız.. 2024 Temmuz verilerine göre cezaevlerinin toplam kapasitesi 295 bin 328. Yani 88 bin kişi için yer yokmuş.
* Elbette bu son durum 2024 yazı için geçerli. Oysa son birkaç aydır cezaevlerinin, özellikle Silivri’nin nüfusu daha da kalabalıklaştı.
*. *. *
İstanbul’un seçilmiş belediye başkanlarından yeni Gezi Dalgası için tutuklanan Ayşe Barım’a.. Hatta dinci tarikatların “yüreğini soğutsun” diye Kerimcan Durmaz’a..
Her gün birilerini uğurladık Silivri’ye.
Bu arada eskileri daha az hatırlar, daha az konuşur olduk.
Ateş sadece düştüğü yeri yakmaya devam etti. Medya, siyasiler.. Aslında sesleri herkesten çok çıkması gereken sivil toplum kuruluşları, günü kurtarsa kar sayar oldu. Eskiler dünde kaldı. Mesela Osman Kavala tam 2 bin 647 gündür cezaevinde. Memleketçe hücresine gömdük adeta. Niceleri gibi.
*. *. *
Hele 15 Temmuz’un genç teğmenleri. Onları hatırlayan bile yok neredeyse. Anneleri babaları onların sesi olmak için kapıları çalıyor. Çırpınıyor. Kezban Kalın gibi:
“Oğlum 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında kurs görmek amacıyla Akıncı Üssü’nde bulunan yeni mezun bir kursiyer teğmendi. Amirlerinin emirleri doğrultusunda “terör tatbikatı” bahanesiyle üste tutuldu. Darbe girişiminden haberi olmamasına ve lehine bir faaliyette bulunmamasına rağmen, darbe girişiminin direkt failiymiş gibi ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı. Şu an Diyarbakır Cezaevi’nde tek kişilik bir hücrede ve 9 yıldır tutuklu. Benzer durumda, hem Akıncı Üssü davasında hem de diğer davalarda, emir altında bulundukları için müebbet cezalar alan yüzlerce askeri öğrenci ve kursiyer teğmen var. Olup bitenden habersiz bir şekilde görevleri gereği darbenin içine çekilen bu genç insanlar, 9 yıldır tutuklu ve ömürlerini hapiste geçirmeleri bekleniyor. Bu durumun hukuken ve vicdanen hiçbir karşılığı yok.”
Aslında hukuk da aynı kanıda.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 15 Temmuz’da İstanbul’da tutuklanan 33 er hakkında birkaç hafta önce çok kritik bir karara imza attı. Verilen mahkûmiyet kararlarını “kaçınılmaz hataya düştükleri” vurgusuyla bozdu. Tahliyelerine hükmetti. 9 yıl.. Tam DOKUZ YIL SONRA!
Zararın neresinden dönülse kardır elbette. Kezban Kalın ve tüm öteki anneler hele bir oğullarına kavuşsun.. Mahkumdan çok “tutsak” diye anılan onca insanımız hele bir demir parmaklıkların ardına uzanabilsin.. Hep birlikte sararız yaraları.
Ama…
Tam da bu satırlar yazılırken geldi haber:
Canım evladım Barış Pehlivan ve Serhan Asker gazetecilik yapmak gibi ağır bir suçla gözaltına alındı!
Yetmedi.. Yılların “sakin sesi” sevgili Seda Selek de gözaltına alındı.
*. *. *
SEÇMEN KAN İSTERSE….
2025 yılının neler getireceğini peşpeşe tutuklamalarla anlamıştık elbette.
Ama adının ve amacının ne olduğunu tam olarak anlayamadıysak da “barış mümkün mü” sorusunu gündeme taşıyan sürecin noktalanması “BUNLAR DAHA NE Kİ” dedirtti, “GÖRDÜKLERİNİZ GÖRECEKLERİNİZİN TEMİNATIDIR!”
AKP Sözcüsü Ömer Çelik bir gün önce açıkladı. “İmralı ziyaretleri tamamlandı” dedi.
Özellikle Saray Medyası duymazdan geldi. Üstüne çok gitmedi. Ne var ki mesaj çok netti: “NE BARIŞI BE..”
Ömer Çelik’in açıklamasında dikkatimi çeken bir ayrıntı da Bahçeli vurgusu oldu. Birkaç cümlede, uysa da uymasa da “Cumhurbaşkanımız ve sayın Bahçeli” diye iki ismin aynı anda altının çizilmesi bana “bu karar ortaklaşa alındı” mesajı gibi geldi.
Öyle ya da böyle.. Neredeyse hiçbir kesimin “olur” gözüyle bakmadığı bir süreç pat diye başlayıp küt diye bitti.
Başlı başına bu bile iktidarın sertlik politikasını tırmandıracağını gösteriyor.
Zira bırakın PKK’nın silah bırakmasını.. Ya da PYD’nin tarihe karışmasını.. Sınırların ötesinde -daha önce de yazdığım üzere- masada yokuz. İktidar cenahı depresyonda. Belki de bu yüzden hem Saray ahalisi hem de destekçileri, antik Roma‘nın arenalarındaki gibi daha çok kan istiyor.
Sertlik ne boyuta tırmanır diye merak ediyorsanız, Aydın Ünal’ın çağrısına bir bakın derim.
AKP eski milletvekili, Erdoğan’ın eski danışmanı ve hatta uzunca bir süre konuşma metinlerini yazan.. Yani Erdoğan’ın zihnini çok yakından bilen Aydın Ünal.. “İmralı faslı kapandı” açıklamasından bir gün önce şöyle yazdı:
“Eğer YPG Öcalan’ın yapacağı çağrıyla, güzellikle, suhuletle, silah bırakmazsa, Türkiye’nin, değil YPG, İsrail ve ABD ile bir savaşı dahi göze almaktan başka seçeneği kalmamıştır. Aksi bu aşamadan sonra tahayyül dahi edilemez. Bu seviyeye yükseltilmiş (iyi ki de yükseltilmiş) retorik ve siyasetten ric’at etmek, yok oluşa eşdeğerdir.”
Anlayacağınız daha göreceğimiz çok şey var. Seyretmeye devam edersek elbette.