Rahmet ayı yine geldi geçiyor; içimizde kıymetini ne kadar bildik sorusu, kaygısı hep var. Fakat bir yandan da, o rahmetten oruç kuşanan herkese güzel bir şeyler erişeceği ümidi, o ümidin ferahlığı var. Nas ile sabit bu aslında, Ramazan iklimini yaşayana bundan mutlaka bir nasip var. Sadece yavaşlamak, dünyevi hazlardan el çekmek, nefsimizin arzularına, tahriklerine dur demek, yani sadece şuursuzca teslim olduğumuz ve bizi nefsaniyete doğru çeken yaşama gündeliklerinin dışına çıkarak şuur tazelemek… Bu kadarı bile iyilik olarak yetmez mi bize? Sadece oruç tutmaya değil; Ramazan- Şerif’i bütün ruhaniyetiyle beraber bir şuur olarak tutmaya niyet ettiğimizde, içimizde adeta bir devrim yapmış olmuyor muyuz? Her sene hilal göründüğünde olduğumuzdan daha fazlası olmaya hazırlanmıyor muyuz? Bunu bütün varlığımızda, en şefkate muhtaç hallerimizde tatlı bir esinti olarak hissetmiyor muyuz? O arınma, o yenilenme, o tazelenme hissini neredeyse gözle görülür şekilde tecrübe etmiyor muyuz? Ne saadettir bu bizim için ve ne büyük lütuf, ne büyük nimet!
“Ramazan ayının başladığını haber veren bir mahya, yoğun bir iş gününden sonra, siz yüzünüzü soğuktan paltonuzun yakalarına gömerek durağa sokulmuşken, birden karşı tepelerden birinde parıldar. Kar altında yapılan bir yolculuğun sonunda, sokağına girince evinde yanan ışıkla ısınmaya başlayan bir yolcu ne demek istediğimi anlayacaktır” diyor ‘Taşı Taşırmak’ kitabında Ahmet Murat.
“Allah rahmeti yüz parça olarak yaratmış ve doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuştur.
O, yeryüzüne rahmetin bir parçasını indirmiştir ki yaratılmışlar bu bir parça dolayısıyla birbirlerine merhamet ederler, öyle ki bu rahmet dolayısıyla kısrak, yavrusuna bir zarar gelmemesi için toynağını kaldırır” diye kendisi de rahmet üstüne rahmet vesilesi olan bir hadis-i şerif… İşitene, okuyana, öğrenene vallahi iyi geliyor.