Türkiye, iç dinamikleri ile dış dinamiklerini rayına oturmayı, tarihî misyonuna uygun bir çerçeveye getirmeyi başarabilmiş değil henüz.
Burada kurduğum cümlelerde bir şey dikkatinizi çekmiştir umarım: İki asırlık Türkiye’den bahsederken, tarihi şekillendiren tarih-yapıcı, oyun-kurucu ruhu güçlü bir iradesi olan ülkeden değil, tarih yapma iradesi yok edilmiş bir nesne’den söz ediyoruz.
Öte yandan, iradesiz bir Türkiye, iç dinamiklerinin eninde sonunda ülkeyi kaosun, çıkmaz sokakların, iç çatışmanın eşiğine sürüklemesini önleyemez.
TÜRKİYE’NİN SÖZÜ: EHL-İ SÜNNET AKÎDESİ VE İRFÂNÎ DERİNLİĞİ
Türkiye’nin dünyaya söyleyeceği bir sözü yok şu an. Modern Türkiye, Müslüman Türkiye’nin tarih yapan ruh köklerinin sökülüp atılması, bu toplumun bütün kurumlarından İslâm’ın diriltici ve ruh üfleyici dinamiklerinin tasfiye edilmesi esası ile yola konulmuştu.
Bu yol çıkmaz sokaktı. Bizi bize de, dünyaya da yabancılaştıran, bizi bizden de dünyadan da uzaklaştıran, bizim bütün rüyalarımızı yok eden, bizi ruhsuz bir çorak ülkeye mahkûm eden, sonunda mankurtlaşmaktan kurtulamayan Türkiye’nin böylesine yok edici bir kapana kıstırılması.
Türkiye’nin, içeriye çeki düşen vermesi, toplumun bütün kesimlerini bizim kuşatıcı, kucaklayıcı, adalet, hakkaniyet ve merhamet ilkeleri üzerinden işleyen benzersiz medeniyet dinamiklerimiz etrafında yeniden halkalanması, tahkim edilmesi, kenetlenmesi gerekiyor.