Latif Bozdoğan TİMETURK için yazdı…
Anlamın metafizik dil ile raksı
“Erotik” kelimesi duyulduğunda, çoğu insanın zihninde dalgalı bir deniz misali karmaşık çağrışımlar belirir. Bu kelime, sıradan bir anlamın çok ötesine geçerek insanların aklına biraz gizem, biraz da çekingenlik bırakır. Ama durun! Georges Bataille’ın kulağımıza fısıldadığı gibi, erotizm aslında bir sınır meselesidir. “Erotizm, sınırları aşmanın sanatıdır” der Bataille. Bu sözü duyunca, kendi sınırlarınızı hiç sorguladınız mı? Belki bu yazıyı okurken bile zihninizin duvarlarına çarpıyorsunuzdur. Ama korkmayın, burada biraz derinleşeceğiz. Hem Batı’nın hem de Doğu’nun bakış açılarını bir araya getirecek, sınırların sadece çizilmiş çizgiler mi yoksa varoluşsal fırsatlar mı olduğunu sorgulayacağız.
İslam felsefesi, insanın Allah ile kurduğu bağda sınırları aşmayı değil, bu sınırların içinde anlam aramayı önerir. Tasavvufun derinliklerine indiğinizde, “fenafillah” denilen o büyük kavrama ulaşırsınız. Bu, bireyin kendini ve çatışmalarını çözerek hakikate varmasıdır. Yani sınırlar burada birer düşman değil, bilakis bir rehberdir. Öte yandan, Bataille gibi batılı filozoflar, sınırların yaratıcı bir biçimde aşılmasını bir tür “varoluş festivali” olarak görür. “Kurallar mı? Evet, onlar aşılmak içindir!” der gibi bir hali vardır. Fakat İslam düşüncesinde durum tam tersi. Sınır, anlamın büyüdüğü, kök saldığı bir alandır.
Peki, hangisi haklı? Batı’nın “ötesine geç” çağrısı mı, Doğu’nun “içine bak” önerisi mi? İşte bu soru, insanın metafizik yolculuğunda dönüp dolaşıp karşısına çıkan bir labirent gibidir. Çıkış yolu, her iki perspektife de derinlemesine bakmayı gerektirir.
Günlük hayatta da bu iki yaklaşımın çatışmasına tanık oluruz. Geçenlerde bakkalda iki kişinin konuşmasına kulak verdim. Biri, “Kurallar artık işlemez oldu, herkes kendi yoluna bakıyor,” diye hayıflanırken; diğeri, “Kurallar mı? Abi, zaten bütün tuşlara bas bas bir hal olduk, artık ne yapacağımızı şaşırdık!” diye cevap verdi. Eğer Bataille bunu duysaydı, gülümseyerek şöyle derdi: “İnsanlar kaos içinde bile sınırları aşmanın peşindeler!” Ama tasavvuf geleneğinden birisi bu duruma tanık olsa, “Bu karmaşanın içinde bile bir düzen bulabilirsiniz, derine bakın,” diyebilirdi. İşte metafizik de tam burada devreye giriyor: Karmaşanın içinden anlamı çekip çıkarma sanatı.
Wittgenstein’ın o meşhur sözü, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır,” belki de bu tartışmayı özetleyen en iyi cümledir. Bataille için bu sınırların ötesine geçmek, özgürleşmenin bir yoludur. Ama Doğu felsefesinde dilin ötesinde değil, kalbin derinliklerinde anlam bulunur. Bir tarafta “Daha ileri git!” diyen bir Batı, diğer tarafta “Dur ve içine bak!” diyen bir Doğu vardır. Bu iki yaklaşım birbiriyle çelişiyor gibi görünebilir ama belki de birbirlerini tamamlıyorlar. Belki de insan dediğimiz varlık, hem ileriye gitmek hem de içine bakmak zorunda olduğu için bu kadar karmaşıktır.
Peki ya bu metafizik tartışma, pratik hayatta ne işimize yarar? Uyuyan bir baykuş gibi köşede oturup beklemek mi yoksa kanatlarını çırpıp sınırların ötesine uçmak mı daha anlamlıdır? Bataille, “Uç!” derdi. Ama tasavvuf ehli, “Bekle ve sessizliğin içinde büyü,” diye yanıt verirdi. Belki de doğru olan, duruma göre her iki yolu da denemektir. Ancak her iki durumda da önemli olan soruları sormaktır. Çünkü cevaplar bir yana, bazen en güzel cevap sorunun kendisidir.
Şimdi size soruyorum: Sınırlarınıza dokunmaya cesaretiniz var mı?