Hiç tatmadığınız bir zevkten uzak durmaktan övünmek

Maniheizm dininin peygamberi Mani, insanın doğasında bulunan günah işleme arzusunun ve manevi mücadelenin derin düşünürü olarak bilinir. Bunun sebebi, günah ve manevi dünyanın karmaşasında sıkışan insana sunduğu alternatif çıkış yollarıdır. Son okuduğum kitapta Işık Bahçeleri adlı eserde, Mani’ye atfedilen şu söz beni derin bir düşünme sürecine sürükledi: “İnsan, hiç tatmadığı bir zevkten uzak durursa, bunun övünülecek bir tarafı olabilir mi?”

Bu soru yalnızca dini değil, felsefi bir sorudur da. Soru, günahın doğası, kişisel deneyim ile ahlaki seçim arasındaki ilişki ve alçakgönüllülüğün dinamikleri gibi temel konulara da değiniyor.

Peygamber Mani’nin bu ifadesi, ahlaki başarının doğası hakkında ilginç bir paradoks ortaya koyuyor. Bir kişi, hiç yaşamadığı bir günahtan kaçınırsa, bu gerçekten sahici bir erdemi gösterir mi? Başka bir deyişle, eğer bir günah kişinin yaşadığı deneyimin bir parçası değilse, ondan uzak durmak bir ahlaki mükemmellik biçimi olarak görülebilir mi? Bu soru, deneyimin ahlaki rolü, ahlaki gurur kavramı ve ahlaki kararların gerçekten anlamlı olduğu koşullar hakkında derin bir bakış açısı sunuyor.

Bu konu yalnızca teolojik bir merak değil, aynı zamanda ahlak felsefesinde kritik bir tartışma noktasını işaret ediyor. İbrahimi dinlerde ve Doğu felsefelerinde bulunan öğretiler dahil olmak üzere birçok ahlaki sistem, deneyimin kişinin ahlaki karakterini şekillendirmedeki rolünü vurgular. Peki, Peygamber Mani’nin bu derin sorgusu, deneyim, ahlaki karar verme ve gurur arasındaki etkileşime odaklanarak günah ve erdem anlayışına nasıl katkıda bulunuyor?

Maniheizm, düalist bir din olarak dünyayı aydınlık ve karanlık, ruh ve madde güçlerine böler. Maniheist düşüncede günah, genellikle ruhun maddi dünyaya esaretine katkıda bulunan eylemlerle ilişkilendirilir; bu da ruhun saflığını azaltan bir karışıklıktır. Mani için insan yaşamının amacı, çilecilik, erdem ve manevi disiplin dolu bir hayatla maddi dünyayı aşmak ve ışık alemine geri dönmektir.
Bu nedenle Maniheizm’de günah, yalnızca ahlaki bir başarısızlık eylemi değil, aynı zamanda her bireyin içindeki ilahi kıvılcımın kirlenmesi olarak da görülür. Bu rûhi kirlenme, fiziksel zevklere düşkünlük, açgözlülük veya şiddet gibi maddi dünyayı besleyen eylemlerle daha da şiddetlenir. Dolayısıyla Mani’nin, hiç yaşamadığı bir günahtan kaçınma konusundaki ifadesi, münzevi disiplin idealini (İslam tasavvufundaki çilehanelerdeki disiplin gibi) yansıtır. Şahsen karşılaşılmasa bile, rûhi olarak zararlı eylemlerden kaçınılması gerektiği vurgulanır.

Ancak, kişinin hiç yaşamadığı bir günahtan kaçınmaktan gurur duyup duyamayacağı sorusu, ilginç bir teolojik eleştiri açar: Günahtan kaçınma, gerçekten manevi bir göstergemi, yoksa yalnızca günaha katılmama mı? Başka bir deyişle, ahlaki olarak günahtan kaçınmak, kişinin gerçekten nefsine olan tahakkümünü ifade edebilir mi?

Dinlerin çoğu, gururun kibre yol açtığında hemfikirdir. Birçok dini gelenekte alçakgönüllülüğün geliştirilmesi, erdem olarak kabul edilir. Peygamber Mani’nin sorusu, günahtan uzak durma ile ilgili ahlaki kibir riskini ele alır. Bir kişi hiçbir zaman belirli bir ayartmaya maruz kalmadıysa, bundan kaçınmaktan nasıl gurur duyabilir?

Bu konu, Aristoteles ve Kant gibi filozofların tartıştığı “erdemle gurur” sorununa benzer. Aristoteles, Etik adlı eserinde, akıl ve cüzi iradeden kaynaklanan erdemli eylemlerin önemini vurgular. Aristoteles’e göre, ahlaki erdem, ayartmadan kaçınmakla ilgili değil, kendi iyiliği için iyi olan eylemlerde bulunmakla ilgilidir. Bu, Peygamber Mani’nin endişesini yansıtır: Hiç karşılaşmadığı bir günahtan kaçınmak, bireyin günaha direnmek için bilinçli bir seçim yapmak zorunda kalmaması nedeniyle, ahlaki güç gösterisi yapmaz.
Immanuel Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinde, gerçek ahlaki eylemlerin bir görev duygusundan ve pratik aklın kullanılmasından kaynaklandığını savunur. Kant’a göre, bir eylemden ahlaki olarak doğru olduğu için kaçınan kişi, dış baskılar veya ayartma eksikliği nedeniyle değil, gerçekten erdemlidir.

Bu nedenle, belirli bir cazibeyle hiç karşılaşmamış olan kişi ahlaki tarafsızlık konumundadır. Günaha direnmek için, ne günaha girme potansiyeli ne de kasıtlı bir seçim yapabilme fırsatı vardır. Mani’nin ifadesi, bireyin erdemli eylemleri anlamlı kılan ahlaki mücadeleden geçmediği için, bu senaryoda gerçek ahlaki gururun ortaya çıkmayacağını öne sürer.

Tecrübe, birçok felsefi ve dini gelenekte ahlaki gelişimde önemli bir rol oynar. Budist felsefede yer alan Dukkha (ıstırap) kavramı, ahlaki gelişimin dünyadaki acıları, hayal kırıklıklarını ve travmaları deneyimleme yoluyla gerçekleştiğini ifade eder. Buda’nın aydınlanması, sarayından çıkıp dış dünyanın acılarıyla yüzleşmesiyle başlar. Peki, bugün modern insanın aydınlanması nasıl başlayacak? Bu soru, beraberinde tüm ihtiraslarımızla yüzleşmeyi de gerektiriyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir