Anadolu reconquistası

Kanamanın önüne hiçbir şey geçemediğinde, fikirler bile kırmızıya boyanır.

E.M.Cioran

Abdullah Ataşçı’nın Heder Ağacı’nın devamı olan Meryem’in Çiçekleri romanı yine aynı yayınevi olan Everest Yayınlarından kısa bir süre önce çıktı. Roman, Hamidiye Alayları uzantılarının Anadolu Ermenilerini yerlerinden yurtlarından göçertmesi üzerine kurulmuşsa da arka planda silik de olsa komitacıların eylemlerine de değinildiğine şahit oluyoruz.

Romanı sırtlayan birkaç karakter var; Ermeni genci Adis, Müslüman hâkim Sinan ve yavuklusu Cavidan. Gerçi bunlarla bağlantılı olarak sonradan Adis’in kardeşi Rehan ve kuzeni Gewre ile Cavidan’ın sınıfını ve seçkin bir aileden geldiğini vurgulamak için Kürt Berivan da dahil oluyorlar ama yazar bizi Adis ve Sinan etrafında gelişen olaylar üzerinden tarihe tanıklığa davet ediyor. Ki okuyucu önceki kitabı okumamış olsa dahi ilk sayfalarında bunun tarihsel bir roman olduğunu anlıyor.

KARAKTERLERİN EŞKALİ ÖNEMLİ Mİ?

Meryem’in Çiçekleri, Abdullah Ataşçı, 424 syf., Everest Yayınları, 2024

Karakteri konuşturmakla karakter adına konuşmak anlatı türlerindeki tercihini yazar ikinciden yana kullanmış ve biz, karakterlerin biçimsel özelliklerine haiz değiliz. Adis’in boyunu, ten ve göz rengini, kalıbını vs öğrenemiyoruz. Aynı şekilde Sinan’ın yere göğe sığdıramadığı, bakmaya bile kıyamadığı güzeller güzeli karısı Cavidan’a da uzaktan bakarız. Her cümleye karısının ne kadar güzel olduğunu belirterek başlayan Sinan’dan da anlatıcıdan da Cavidan’ı güzel kılan özelliklerini öğrenemeyiz. Kaşını, gözünü, ağzını, yüzünü, boyunu posunu belirtmez bize. Buna olumsuz olarak bakmaktan yana değilim, roman sanatında bu bir zorunluluk mu? Romanın türüne göre değişebilir, ama güzelliği bu kadar öne çıkarılan ve Sinan’ın tapma derecesinde hayran kaldığı Cavidan’ın eşkali hakkında azbuçuk bilgi sahibi olmamızın bir sakıncası olmazdı. Zira 206. sayfada ilk defa ortaya çıkan hıfsızsıhha vekili Tacettin Bey’in kilosunu, gözlerinin rengini, koca burnunu anlatıcı dile getiriyor.

Adis’in kardeşi ve kuzeni için anlatıcı her seferinde çocuk olduklarını belirtir fakat biz kaç yaşında olduklarını öğrenemeyiz. Hal böyle olunca, okurun algısındaki çocuk karakterinin bilinç durumu farklı olabilir. Mecit Ağa’nın evinden Süleyman’ın (hacı) himayesinde Osmaniye’ye gitme teklifi üzerine Rehan’ın abisi Sinan’a attığı tirat karakterin yaş bilincine uymadığı gibi, çocuğun kaygıları daha ‘çocukça’ ifadelerle dile getirilebilirdi. Ama bütün bunlara rağmen, romancı ve eleştirmen Robert Liddell’in dediği gibi: Austen’in karakterlerini arkadaşlarımızı tanıdığımız kadar, Woolf’unkini ise kendimizi tanıdığımız kadar tanırız. Aslında zor olan kendi karakterimizi özetlemektir.

İTTİHAT TERAKKİ’NİN NEOPOTİK KADROLARI

Tatlıyı sonraya bırakarak devam edersek, Meryem’in Çiçekleri’nin ana izleği İttihat ve Terakki kadrolarının ülkeyi neopotizm tümörüyle nasıl bir uçurumun başına taşıdıklarının yakın çekiminden ibaret. Merceği büyüttükçe ya da yakınlaştırdıkça, özelinde Anadolu Ermenilerinin genelde ise gayrimüslimlerin tehciri ve katliamı esnasında yaşanan dramları görüyoruz.

Karakter yaratma sanatına roman diyerek devam edersek; Adis’in düşmanında kendini görme çekincesi, ölümün, kinin ağırlığını hissedip kaldıramayacağını anlayarak kendisini yargılayıp başka bir Adis’e dümen kırması, Sinan’ın, yol boyunca gayrimüslimlerin mallarına çöken, el koyan yöre halkına şahit olup devletin valisinin bizzat bu yağmaya göz yumup teşvik etmesi üzerine görevi ile vicdanı arasında bocalayıp rotasını doğru yöne çevirmesi, savaşların insan öğütme makineleri olduğunu, bu makine dişlilerinin bir tekinin kırılmasıyla bozulabileceğini iyi insanlar üzerinden anlatmayı tercih etmiş yazar.

Anadolu Reconquista’sı diyebileceğimiz zulmün, tehcirin, sürgünlüğün zorluğuna ışık tutan, insani değerleri öne çeken, habisliği cezalandırıp erdemliliğe övgü niteliğindeki Meryem’in Çiçekleri romanı iki merkezden oluşuyorsa birinci merkezi vicdandır. Romanın birinci bölümünde Adis ve Sinan bulundukları cendereden kurtulayacaklar mı, doğru yolu bulacaklar mı sorusunu okuyucuya belletirken, üçüncü bölümde bunun cevabını verir. Birinci bölümde soruyu sorar üçüncü bölümde cevabı verir roman. İkinci bölüm işin baharatıdır.

KEHANETÇİLER HEP ŞOM AĞIZLI MI OLUR?

Zehra Ana’nın geleceği görme hastalığıyla(!) ve Adis’in çocuklarla giderken sığındıkları evin sahibinin anlattıklarından yazarın hurafeye prim vermesi, dinsel epistemolojiyi romana dahil etmesi aslında romanın iki ayağının oturduğu zemini ( coğrafyayı) çok iyi bilmesiyle alakalı; gördükleri, konuştukları neredeyse herkesin namazında niyazında olmasının alt okumasını gösterir okura. Türk-İslam Sentezinden Türklük Sözleşmesine uzanan uygulamaların üzerindeki perdeyi tek hareketle çekip alarak her şeyin nasıl yavaş yavaş örgütlü ve organize bir şekilde oluştuğuna ışık tutar.

Rehan’ın yolculuk boyunca suskunluğu ve küslüğüyle okuyucudaki merak duygusunu, Adis’in özellikle bunun sebebini sormamasıyla körükleyen yazar bu sırrı romanın büyük bölümüne yayar. Dörtyüz sayfayı aşan hacmiyle dolgudan kaçınıp kurgunun mıknatıs etkisini gösterir yazar bize.

Müslümanlaşmak zorunda kalan Ermenilerin sosyolojik, psikolojik ve dinsel asimile edilişlerinin bir tür arketipi olarak okunabilen Meryem’in Çiçekleri’nin rotası kanımca 6-7 Eylül Olaylarına doğru gidecek sonraki kitapta; elbette devamı olacaksa.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir