Daha en baştan söylemek gerekirse bilim, tam da Marx’ın dediği gibi, “her şey apaçık olmadığı ya da her şey göründüğü gibi olmadığı” için vardır. Tam da bu noktada artık şu soruyu sorabiliriz ki, görünenin ardındaki görünmeyeni görmek, apaçık olmayanı görünür kılmak ne demektir ve özellikle konu sosyal bilim ise bu nasıl yapılabilir?
“Güvenlik Caddesi” ya da “Denizciler Caddesi”, ne birinde oturanlar hepten güvenlik içerisindedir ve oraya oturduklarında güvende olurlar ne de diğerinde oturanların hepsi de denizcidir ve oraya oturunca denizci olurlar. Her ikisi de kentin farklı yerlerinde konumlanmış ve birbirlerinden tamamen farklı insanların oturduğu bu caddeler, sonuçta cadde olmaları çerçevesinde özdeştir. Demek ki görünenin ardındaki görünmeyeni ya da apaçık olmayanı görmek demek, özellikle de konu sosyal bilim ise, farklılıkların ve özdeşliklerin nerede olduğunu ve nereden kaynaklandıklarını görmek demektir. Tıpkı süreklilik ve kopukluğu fark etmek gibi: Aslında tek bir hareketin, dünyanın güneşin etrafında dönmesinin, yani sürekli bir hareketin sonucu olan mevsimlerin, insanlar açısından ilkbahar, yaz, sonbahar, kış biçiminde, yani sanki bu mevsimlerin arasında bir kopukluk varmış biçiminde algılanması gibi, lakin bunlar tek bir olgunun doğrudan görünümleri, birbirlerinden kopuk, ama aynı zamanda sürekli bir hareketin sonucu ortaya çıkan olaylar.
Bütün bunları burada vurgulamamızın nedeni, Malinowski’nin de zamanında öğrenciliğini yapmış Evans-Pritchard’ın etnografik çalışması olan Azandelerde Cadılık, Kehanetler ve Büyü kitabında anlattıklarından başkası değil. İlk kez 1937 yılında yayınlanan ünlü kitabında Evans-Pritchard, Güney Sudan’da yaşayan Azande halkının etnografik bir çalışmasını yaparak cadılığa ve büyüye yükledikleri anlamları anlamaya çalışıyor. Onun gözlemlerine göre cadılık organik ve kalıtsal bir olgudur, daha da önemlisi Azandeler cadılığı başlarına gelen talihsiz olayları açıklamak için kullanır. Benzer biçimde kötü büyücü, büyüyü hiçbir ahlaki kuralı ya da yasayı çiğnememiş kişilere karşı garezine kullanan kişilerdir.
Ancak konunun bizce daha önemli yanı, cadılık ve kötü büyücü ithamlarının alt sınıflara, sıradan insanlara ithaf edilmesinden başkası değil. Zira inanca göre prensler ya da avamdan olup nüfuzlu olanlar cadı ya da kötü büyücü olamazlar. Evans-Pritchard bunu şöyle vurguluyor:
“İnsanlar soyluları (cadılıkla) hiç suçlamazlar ve avamdan nüfuzlu kimseleri pek nadiren suçlarlar, yalnızca bu kişilere saldırmak mahzurlu bulunduğundan değil, onlarla sosyal temasları mevkiinin gerektirdiği davranışları içeren durumlarla sınırlı olduğundan. Bir adam sosyal bakımdan eşitleri ile çatışma yaşar ve onlara karşı kıskançlık besler. Bir soylu, avamdan toplumsal bakımdan o kadar ayrıdır ki sıradan bir kişinin onunla çatışması hıyanet mahiyetindedir.” (s. 52)
İşte tam da burada bize de tanıdık gelen bir nokta ortaya çıkar ki, o da hangi insan topluluğu olursa olsun, yani birbirlerinden ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, sonuçta cadılaştırılanların, toplumda kötülükle özdeşleştirilenlerin alt sınıflardan insanlar olduğudur. Owen Jones’un İngiltere’de Thatcher döneminde başlayan işçi sınıfının şeytanlaştırılması dediği olgu Evans-Pritchard’ın değerlendirmesine ne kadar da benzemektedir?
Yoksulluk ve işsizlik artık toplumsal sorunlar olarak değil, daha çok bireysel ahlaki başarısızlıklarla ilgili olarak görülüyordu. Yeterince çabalayan herkes başarabilirdi, ya da efsane böyle devam ediyordu. Eğer insanlar yoksulsa, bunun nedeni tembel, savurgan ya da hedefsiz olmalarıydı… Şeytanlaştırma, bizimki gibi bölünmüş bir toplumda faydalı bir amaca hizmet eder, çünkü eşitsizliğin rasyonel olduğu fikrini teşvik eder: Bu sadece farklı yetenek ve becerilerin bir ifadesidir. En alttakilerin aptal, tembel ya da ahlaki açıdan sorgulanabilir oldukları için orada oldukları varsayılır. Şeytanlaştırma, eşitsiz bir toplumun ideolojik belkemiğidir (s. xii-xiii).(1)
Benzerlik yalnızca bu kadar da değildir. “Chav” (Apaçi) olarak damgalanma olasılığı en yüksek olan gruplara mensup olanların, yani işçilerin ve yoksulların, chav’lara en yüksek sesle saldıranlar arasında yer alabildiğini ortaya koymuştur. Çünkü şeytanlaştırılmış bir grupla bir tutulma korkusu nedeniyle bu türden önyargılar, bizzat hedef alınan kişiler tarafından bile dile getirilmektedir. Yani Evans-Pritchard’ın deyişiyle sosyal bakımdan eşitleri ile çatışma yaşamaktadırlar.
Evans-Pritchard’ın Azandeler üzerine çalışması günümüzde yoksulların ve işçilerin nasıl cadılaştırıldığını anlamamızı da sağlayan oldukça değerli bir çalışma.
*Ankara Üniversitesi / Öğretim Üyesi
(1) Owen Jones. (2012). Chavs: The Demonization of the Working Class, New York: Verso.