‘Bazen derin bir acının içinde, bazen umutlu bir ışığın peşinde’

Deniz Dülgeroğlu ile birkaç sene önce kitabıyla aynı isimdeki podcast’ini dinleyerek tanıştım. Bir noktada kendimi ondan dinlediklerimle özdeştirmeye, tamamen aynı deneyimleri yaşamamış olsak da yürüdüğümüz farklı dikenli yolların sonunda sahip olduğumuz hislerin ve kalp kırıklıklarının benzer olduğunu görmeye başladım. Cihangir’de aynı mahallede yaşadığımız yıllarda Deniz’i bazen sokakta görmeme rağmen hiç yanına gidip selam vermedim ve çocukluğunu, travmalarını, terapiden öğrendiklerini kendi sesinden dinlediğim bu kadının yanı başından bir yabancı olarak geçmenin ne kadar garip olduğunu düşündüm.

Merdiven Altı Terapi, Deniz Dülgeroğlu, 220.syf., Literatür Hayat Yayınları, 2024

Hayatım boyunca yazmayı çok sevdim fakat yazdıklarımı geçmişime, kendime, sırlarıma dair bir kapı olarak görüp insanlarla paylaşmaktan korkuyordum. Bir gün bir yazımı bir Spoken Poetry etkinliğinde okuduktan sonra bir kadın yanıma gelip “Ben de tam anlattığın gibi hissetmiştim daha önce.” dediğinde aslında yazdıklarımızın, yaşadıklarımızın sadece bizimle ilgili olmayabileceğini, bazen paylaşmanın hem yazan hem de okuyan için iyileştirici bir yanı olduğunu öğrendim. Deniz’in podcastlerinde cesurca, kimin ne diyeceğine aldırmadan, aldırsa da bunun onu durdurmasına izin vermeden konuşmasına hep saygı duymuşumdur bu nedenle.

‘TERAPİDE ÖĞRENME SÜRECİ BİTMİYORDU, GİDİLECEK HEP YENİ YOLLAR VARDI’

2.5 sene düzenli terapi sonrası geçtiğimiz haftalarda bir seansta hala aynı şeyleri konuştuğumu, bazı olayları hala kafamda çözemediğimi ve sürekli papağan gibi kendimi tekrarladığımı, kafamdaki kötü kalpli, acımasız sesi susturamadığımı görmek beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. 16 yaşından beri pek çok farklı yabancı ülkede yaşamış olmama rağmen Eylül ayında Abu Dhabi’ye taşınıp, kendimi evde kocasını bekleyen bir ev hanımı olarak bulmam da bu sürece yardımcı olmadı. “Sizi sıkıyor muyum bu anlattıklarımla, çünkü ben çok sıkıldım kendimden.” dedim terapistime, onu eğlendiremediğim için özür dilercesine, sanki terapinin amacı terapistinin seni sevmesi ve seninle zaman geçirmekten keyif almasıymış gibi. O süreçte “Acaba terapi süreci benim için bitti mi, artık yarar görmüyor muyum, terapide biraz da olsa başarısız mı oldum?” diye düşünürken Deniz’in kitabının çıktığını gördüm ve Türkiye’den beni ziyarete gelen arkadaşıma getirttim. Öyle ya, Deniz yaklaşık 20 sene terapiden sonra yeniden terapiye başlamıştı, demek ki bu öğrenme süreci bitmiyordu, bitmek zorunda değildi, gidilecek yeni yollar hep vardı.

’20 SENELİK TERAPİDE BAŞROLDE BABA VAR’

Merdiven Altı Terapi’nin en sadık dinleyicisi olduğum söylenemez ama birkaç kere dinlediğim, Deniz’in ağlamaklı sesi konuşmaya devam ederken göz yaşlarımın boynuma aktığı çok bölüm var. Kitabı okurken de Deniz’in acılarıyla kendiminkiler birleşti sanki. Onun babasının olduğu gibi benim babam da ergenliğimin başında güzel olmadığımı öğretmişti bana. Onun babası “Deniz.” diyor, “Sen öyle aman aman güzel bir kız değilsin. Baban olarak dürüst olacağım sana.” Benim babamsa “Ben mi daha güzelim, kuzenim mi?” diye sorduğumda, “Kuzenin.” demişti, “Ama sen çok güzel olma zaten, erkekler takılmasın peşine.” Babam senelerce, kendisine sorsanız, “kilo vermem ve sağlıklı olmam için” bedenimle acımasızca dalga geçti ve ben 32 yaşında olmama rağmen hala kilo aldığımda mantıklı olmadığını bilmeme rağmen insan olarak değerimin artan kilomla ters orantılı olarak azaldığını hissediyorum. Deniz gibi ben de “Maşallah ne kadar uslu, hiç sesi çıkmıyor, hep de kitap okuyor, ne zeki çocuk.” denilerek büyütüldüm. En sevdiğim bölümlerden biri olan “Ütü Masaları Sevilir mi?”de Deniz babasının elindeki kameraya dokunmayı çok istemesine rağmen dokunmuyor çünkü şu mesajı kavrıyor: “Bak Deniz kameraya dokunmak istemesine rağmen bunun bizi mutsuz edeceğini bildiği için dokunmuyor. Çünkü bizi mutsuz ederse onu sevmeyiz.” demek bu. Daha 5 yaşındayım. Sevilmeden nasıl hayatta kalabilirim ki?” Aile arasında sanki komik bir hikayeymiş gibi anlatılan, 3 yaşındayken babamın karanlıkta beni sokak kapısının önüne koyması geliyor aklıma. Ben hayal meyal hatırlıyorum o anı. Babam diyor ki sürekli inliyordun, ağlıyordun, ben de sinirlendim, sus diye seni kapının önüne koydum, sustun. “Baba.” diyorum sinirle, “3 yaşındaki çocuğun bir derdi olmasa böyle yapmaz diye düşünmedin mi hiç?” “Yok.” diyor pek çok konuda asla ikna edemeyeceğim babam, “Hiçbir derdin yoktu, gıcıklığına yapıyordun.” O anda karanlıkta, tek başıma, annemsiz babamsız, korkuyla şunu öğrenmiş olmalıyım: Şikayet edersem, ağlarsam, ihtiyaçlarımı belirtirsem sevilmem, kapı önüne konulurum. Bu nedenle sessiz kalmalıyım, kimsenin tadını kaçırmamalıyım. Bu nedenle Deniz gibi ben de hayatım boyunca şikayet edemedim, ihtiyaçlarımı anlatamadım, “ütü masası” rolü gördüğüm ilişkilerde sessizce hep köşede sevilmeyi ve anlaşılmayı bekledim.

‘ HİÇBİR ŞEYİ HAK ETMEDİĞİNİ DÜŞÜNEN SES ANNEMİNDİ’

Deniz 20 senelik terapisinde hep babasını anlatıyor, annesinden bahsetmiyor. 20 sene sonra aslında annesiyle ilgili de ne denli kırgınlıkları olduğunu fark ediyor. Benzeri bir aydınlanmayı ben de yaşadım. Kafamdaki beni eleştiren, bana kötü davranan acımasız olan ses babamdan geliyordu evet ama kendini koruyamayan, zayıf hisseden, güzel hiçbir şeyi hak etmediğini düşünen ses ise annemindi. Kendimi kanıtlamaya, zeki, güzel, zayıf, sevilmeye layık olabileceğimi göstermeye çalıştığım kişi babamdı ama 16 yaşında ilk defa evden ayrılıp Amerika’ya gidebilecek kadar cesur ve güçlü olduğumu, ondan bağımsız kendi başıma bir birey olduğumu kanıtlamaya çalıştığım kişi ise annemdi. Ben hep babamdan kaçtığımı sanmıştım ama aynı zamanda annemin bazen bana nefes aldırmayan sevgisinden, aynı zamanda benim babam olan kocasına karşı aynı cephede hep onunla savaşmamı beklemesinden de kaçıyordum. Deniz bir noktada babasıyla yüzleşiyor, annesi ile iletişimini ise artık ona iyi gelmediği için kesiyor. Hiçbir ilişkinin onun mutluluğundan ve iç huzurundan önemli olmadığını anlıyor.

Benim “büyük çaresizliğim” annemi hafızasının asla bir daha bulamayacağım derinliklerine, Alzheimer hastalığına, babamı ise bu süreçte annemin yokluğunun ona verdiği acıya kaybetmiş olmam. Benim şimdi bir yetişkin olarak sorular sorabileceğim bir annem ya da geçmişe dönüp olaylara benim açımdan bakmayı kabullenecek bir babam yok. Benim elimde olan tek şey terapi yardımıyla yaşadıklarımı, uzak bir ülkede meydana gelen üzücü bir olayı monoton şekilde anlatan bir spiker gibi değil de canı acıyan çocuk Ayça olarak hissetmek ve iyileşmeye çalışmak. Artık değişimi dışarıda aramayı, yaralarımı başkalarından gelecek sevginin ve kabullenmenin saracağını beklemeyi bırakmam gerek. Belki de Deniz’i bu kadar iyi anlamamın nedeni bu. Kimse çocuk halinin yaşadığı acılara “iyi ki” demez belki ama yaşadığımız zorluklar, ayaklarımıza batan taşlar, kendi ışığımızı ve yolumuzu bulmaya çalışırken karanlıkta döktüğümüz gözyaşları bizi bulunduğumuz yere getirdi. Bu şekilde güçlü, empati duygusu yüksek, insanları anlamaya ve ne kadar zor olsa da kendini sevip kabullenmeye ve yağmurlu günlerde bile kendi omuzunu sıvazlamaya çalışan kadınlar haline geldik.

‘GEÇMİŞLE BARIŞIP YOLA DEVAM ETMEYİ ÖĞRENMEK BİR ZAFER’

Şimdi dönüp baktığımda, Deniz’in hikâyesini dinlemek ya da okumak, sadece onun değil, kendi hikâyemin bir yansımasını görmek gibi geliyor bana. Hepimiz bir şekilde kendimizi bulmaya çalışırken birbirimize aynalar tutuyoruz. Belki de bu yüzden Deniz’in hikâyeleriyle tanıştığım ilk günden beri onunla yan yana yürüdüğümü hissediyorum; bazen derin bir acının içinde, bazen umutlu bir ışığın peşinde. Geçmişin ağırlığını tamamen geride bırakamasak da, onunla barışıp yola devam etmeyi öğrenmek bir zafer. Eğer siz de kendi hikâyenizi anlamlandırmaya, acılarınızı paylaşmanın iyileştirici gücünü hissetmeye ve bu uzun, değişken ama umut dolu iyileşme yolculuğunda bir adım atmaya hazırsanız, Merdiven Altı Terapi sizin de yol arkadaşınız olabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir