Bir balıkçı kasabasının sisli kıyılarında hayaller, pişmanlıklar ve saklı sırlar: Afalanın Yüreği

Sonay Özdemir’in masallarla örülü ve duygusal derinlik taşıyan ilk romanı Afalanın Yüreği, bir limanda kesişen hayatların hikâyesini okura sunuyor. Bir balıkçı kasabasının dinginliği ile fırtınaları arasında geçen roman, Mehmet Reis, Ali Kaptan, Süheyla, Yusuf ve Doktor Metin’in kaderlerini örerek okuyucuyu sırlarla dolu bir yolculuğa çıkarıyor.

Kitap, insan ruhunun hassas yönlerine dokunurken, umut, pişmanlık ve yeniden başlamanın öyküsünü anlatıyor. Çocukluğun masumiyetinden, yetişkinliğin karmaşasına; sırların yükünden, masalların iyileştirici gücüne uzanan bu hikâye, her karakterin yaşamına dokunarak evrensel bir anlatı sunuyor.

Afalanın Yüreği, Sonay Özdemir, 172 syf., Literatür Yayınları, 2024

Afalan’ın sisli kıyılarında hayaller, pişmanlıklar ve saklı sırlar arasında dolaşmak isteyenler için Afalanın Yüreği, duygu dolu bir okuma vadediyor.

Sonay Özdemir, ilk romanı Afalanın Yüreği ile edebiyat dünyasına etkileyici bir giriş yaptı. Doktorluk mesleğiyle insana dair gözlemlerini harmanlayan Özdemir, hayatın küçük ayrıntılarında gizli kalan büyük hikâyeleri ustalıkla yakalıyor. Karakterlerin içsel çatışmalarını ve hayatlarındaki dönüm noktalarını ele alışı, romanın etkileyiciliğini artırıyor. Kendisiyle hem yazım süreci hem de romanın temaları üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Afalanın Yüreği, masallarla harmanlanmış bir roman. İlham kaynağınız neydi?

Çocukluğumda babaannem ve annem uyumadan önce bana sürekli masallar anlatırdı. Bir süre sonra masallar hep birbirini tekrar etmeye başlamıştı, bana anlatılacak masal kalmamıştı. O zaman babam bana bir masal kitabı almıştı ve ben o kitabı büyük heyecanla okumuştum. O kitabın içindeki masallar sadece bu toprakların değil, başka coğrafyaların masallarını da içeriyordu. Masal okumayı hala çok severim. Kitapçılarda gezinirken masal kitabına rastlarsam şöyle bir karıştırır, çevirisi ve dili iyiyse alırım. Hala yatağımın yanında “Binbir Gece Masalları” durur. Ara ara bakarım. Kitaplığımda Grimm Masallarından tutun da Vietnam masalları, İskandinav masalları gibi kitaplar vardır ve masal kitapları oldukça büyük bir yer kaplar. Masalların değişik bölgelerde değişik şekillerde anlatıldığını fark ettim. Romandaki üç masal aslında bilindik masallar. Ancak balıkçılar o masalları farklı anlatıyorlardı. Ben de o halleri ile koydum.

İlham kaynağıma gelince belki Orhan Veli’nin “Hürriyete Doğru” şiiridir, belki de televizyonda izlediğim Japonların yunus balığı avlamasıyla ilgili bir belgeseldir. Tek bir ilham kaynağım vardı diyemem.

Romanın ana karakterleri birbirinden çok farklı ama bir şekilde kesişiyor. Karakterleri oluştururken nelere dikkat ettiniz? Bu karakterlerde çevrenizden izler var mı?

Tabii ki var, ama tümüyle aynı değiller. Kendi parasıyla öğrencilerine kitap alan, resim defteri alan öğretmen arkadaşlarım oldu. Balıkçı abilerim, dostlarım oldu.

Doktorluk gibi yoğun bir meslekle uğraşırken yazmaya nasıl zaman ayırıyorsunuz? Yazma rutininizden bahseder misiniz?

Kimin söylediği bilinmeyen bir söz vardır. ”Tıp Fakültesinden her şey çıkar, ara sıra da doktor çıkar.” Tıp eğitiminde hasta muayenesinde ilk adım şikayet, sonraki adım hikaye alma adımıdır. Aslında farkında olmadan hikaye anlatıcılığını öğreniyoruz. “Tıp, bilimle sanatın karışımıdır.” diye anlatılır bize. Yazma rutinim ise sabahları erken uyanıyorum, çayımı demliyorum. Masaya oturuyorum. Bazen sadece üç, dört cümle, bazen bir sayfa yazabiliyorum. Eskiden geceleri yazıyordum, son yıllarda bu rutinim değişti.

Kitapta Süheyla gibi bir deniz feneri metaforu var. Deniz ve liman temasını seçmenizin özel bir sebebi var mı?

Denizi seviyorum. Yüzmeyi ya da güneşin altında oturmayı kast etmiyorum. Yüzü koyun yatıp, şnorkelden denizin altını seyretmeyi seviyorum. Denize dalıp, alttaki yosuna, taşa balığa dokunmayı seviyorum. Romanda, filmde mekan önemli sonuçta. Bir balıkçı hikayesi anlatıyorsanız mekan deniz kenarı olmalı diye düşünüyorum.

Afalanın Yüreği’nde hem geçmişle yüzleşme hem de geleceğe umut taşıma gibi evrensel temalar var. Bu temaların okuyucular üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Herkes ve her şey birbirini tekrar ediyor aslında. Çağ değişiyor, mekanlar değişiyor, kişiler değişiyor ama insanlar ve olaylar değişmiyor. Paris’in banliyölerinde yaşayan kaçak Nijeryalı ile Esenyurt’ta yaşayan Suriyeli, aynı kişi aslında. Diğer sorunuza gelince ben edebiyatta ve sinemada mutlu sonu seviyorum. Umut hep olmalı.

Bir yazar olarak edebiyat dünyasına bakış açınız nedir?

Birincisi ben edebiyatın sağaltıcı bir yanı olduğunu düşünenlerdenim. Okumak, yazmak insanı iyileştirir, mücadele gücünü ve olaylara bakış açısını artırır. Yıllar önce Umberto Eco ile yapılan bir söyleşiyi izlemiştim. Umberto Eco, “Ben kitaplar sayesinde bir sürü hayat yaşadım. Ben ölürken Julius Sezar’ın suikastını, Romeo ve Juliet’in aşkını, Dante’nin cehennemini yaşamış olacağım, çok zengin bir hayat yaşamış olacağım.” diyordu.

Gelecekteki projeleriniz nelerdir, yine romanlar mı olacak?

Aslında ikinci romanımı bitirdim sayılır, şimdi dinleniyor. Hayvan hikayeleri yazmıştım, onların üzerinde zaman zaman dönüp çalışıyorum. Bir senaryo yazdım. Ara sıra dönüp ona bakıyorum.

Sonay Özdemir, Afalanın Yüreği ile okurlarına bir ilki yaşatırken, duygu yüklü hikâyesi ve masalsı anlatımıyla kalplere dokunmayı başarıyor. Romanın derinliklerine indikçe, her bir karakterin ve yaşanmışlığın aslında hepimizin hayatlarından izler taşıdığını fark ediyorsunuz. Kendisi, edebiyat yolculuğunun henüz başında olsa da, şimdiden kalıcı bir etki bırakacağına dair güçlü bir izlenim yaratıyor. Gelecek eserlerini merakla bekliyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir