Dünya Los Angeles’ı konuşuyor… Yangın çıkaran kuşlar

2025 yılının en büyük yangını ABD’nin Kaliforniya eyaletinin Los Angeles şehrinde başladı. Yaklaşık dört gündür süren yangında 12 bini aşkın yapı hasar gördü, Acun Ilıcalı, Ali Koç, Serenay Sarıkaya, Kamala Harris, Leighton Meester gibi pek çok ünlü ismin evi de küle döndü. 11 kişinin hayatını kaybettiği yangının nasıl çıktığı ise henüz araştırılıyor.

Öte yandan, Evrim Ağacı isimli web sitenin 2019 yılında yayınladığı makale tekrar gündem oldu. “Orman Yangınları ve Yangın Ekolojisi: Doğal Yangınlar, Orman Sağlığı İçin Neden Önemlidir? Yangınlarla Nasıl Mücadele Etmek Gerekir?” başlıklı, Çağrı Mert Bakırcı, Ashlee Lane Bakırcı-Taylor, Freddy Igiebor, Berkay Kalaycık imzalı makalede, yangına neden olabilecek bitki, hayvan gibi etkenler sıralandı. Makalenin ilgili kısmı şu şekilde;

“Neredeyse her şeyin yaşam döngüsü olduğu gibi, elbette ormanların da bir yaşam döngüsü vardır. Ormanlara özgü bu döngüde, tıpkı hayvanların döngüsünde yalın bir gerçeklik olan ölüm gibi, kimi zaman son derece yalın (ve bir o kadar da ürkütücü) bir gerçek olan yangınlar da bulunmaktadır. Örneğin Akdeniz ormanlarının çoğu, kendi yaşam döngüleri içinde yanmaya mahkûmdur! Yangın, Akdeniz ormanları için sıradan bir gerçekliktir ve aslına bakarsanız bu ormanlar normal döngüleri içinde ortalama 50 yılda bir, tamamen yanarlar. Ve bu olmadığında, kulağa inanılmaz gelecek ama, ormanın yaşam döngüsü bozulur ve hatta ormandaki bazı ağaç türleri yok olma tehdidiyle yüzleşir.

Orman yangınları birçok ortamın doğal bir parçasıdır. Yangın, orman zeminlerindeki ölü çöpleri doğanın temizleme yöntemidir. Bu, önemli besinlerin toprağa geri dönmesini sağlayarak bitkiler ve hayvanlar için yeni ve sağlıklı bir başlangıç sağlar. Ölü veya çürüyen bitkiler toprakta birikmeye başladığında, topraktaki organizmaların besin maddelerine erişmesini veya topraktaki hayvanların toprağa erişmesini engelleyebilirler. Bu ölü organik madde kaplaması, daha küçük veya yeni bitkilerin büyümesini de boğabilir. Yani ekosistemin yangınlara ihtiyacı vardır ve bitkilerin yangınla ilgili evrimsel adaptasyonları öyle yüzeysel veya az buz değildir. Bazı örneklere bakalım.

YANGINI KOLAYLAŞTIRAN BİTKİLER VE YANGIN ÇIKARAN KUŞLAR!

İlk önce şunu öğrenmek sizi şaşırtabilir: Bazı bitkiler, yangınların başlamasına yardımcı olur! Örneğin Ardıç ağacının kozalaklarında ve yapraklarında bolca bulunan eterik ve terpenik yağlar, yanıcı özelliktedir. Bu yapılar kurak/sıcak ortamlarda kolayca tutuşurlar. Böylelikle yangının başlamasına neden olurlar.

“Aman canım, o kozalaklar yanmak istedikleri için öyle değildir, istemeden yanıyorlardır.” diye mi düşünüyorsunuz? Şunu dinleyin: Kartal ve şahinler gibi ekosistemin önemli parçaları olan yırtıcı kuşların bilerek ormanları ateşe verdikleri gözlenmiştir! Alevşahini Yırtıcıları olarak bilinen kara çaylak, ıslık çaylağı ve kahverengi doğan gibi türler, aslında yangına dönüşemeyecek kadar ufak çer çöp ateşlerini gagalarıyla ormanın farklı bölgelerine, özellikle de yanmaya uygun ardıç ağaçları ve diğerlerinin civarına götürüp, yangını başlatır veya büyütürler. Böylece yangından korkarak kaçan avları kolaylıkla avlayabilmektedirler.

Dahası, bazı hayvanlar bile ateşe bağımlıdır. Nesli tükenmekte olan Karner mavi kelebek tırtılının (Lycaeides melissa samuelis) tek besin kaynağı, yabani acı bakla (Lupine perennis) adı verilen bir bitkidir. Yabani acı bakla, gelişebileceği bir ekosistem dengesini korumak için ateşe ihtiyaç duyar. Ateş olmadan acı baklalar gelişmez ve tırtıllar başkalaşma geçirip kelebek olacak kadar yiyecek tüketemezler. Bu şekilde, daha sağlıklı, yanma sonrası bitki popülasyonları genellikle, toplayıcılara ve ekosistemdeki diğer hayvanlara kadar uzanan geniş gıda ağı etkilerine sahiptir. Benzer şekilde, çam ağaçlarını evleri için kullanan hayvanlar da ateşin çimlendirme gücünden yararlanır.

Tabii sadece bitkiler değil, hayvanların da birçoğu yangından kaçabilecek şekilde özelleşmişlerdir: Memeliler genellikle iyi koşucu veya kazıcılardır. Böylece ya ateşlerden hızlıca kaçarlar ya da kendilerini toprağa gömerek yangının geçmesini beklerler. Kuşlar hızla başka alanlara uçarlar. Birçok sürüngen de kendini gömer, amfibiler su kaynaklarına kaçarlar. Mantarlar ise yangın bittikten sonra alevlerden kaçamayan canlıları yiyerek, eskisinden bile başarılı hale gelirler!

Ancak tüm hayvanlar ateşten kaçamaz. Bazı hayvanlar bazen yangında yaralanır veya ölür. Bununla birlikte, çoğu durumda bir yangının tek başına bir hayvan popülasyonunu yok etmesi pek olası değildir. Ayrıca doğada hiçbir şey israf edilmez. Şahinler ve tilki gibi yırtıcılar ve çöpçüler genellikle bu durumdan yararlanarak kaçan, yaralı veya ölü hayvanlarla beslenirler. Yenilmeyen hayvanlar, ateşin yarattığı besin açısından zengin toprağın bir parçası haline gelir ve yeni sağlıklı bitki büyümesini besler. Ateş bizden çok önce buradaydı ve hayvanlar bu yangınların dinamik koşullarına nasıl uyum sağlayacaklarını ve yaşayacaklarını çoktan öğrendiler.

AĞAÇLAR KENDİ KENDİNE YANABİLİR Mİ

Ölüm, yaşamın en büyük itici güçlerinden birisidir ve birçok avantajının yanında, özellikle de alttan gelen nesillere bol miktarda alan ve kaynak açması sayesinde evrimsel avantaj sağlar. Bitki ekolojisinde yangının yeri de budur. Bitkiler yaş veya hastalık nedeniyle de ölürler; ancak yangınlar da yaşam döngülerinin önemli bir parçasıdır ve yaşamın bu gerçeğiyle başa çıkacak biçimde evrimleşmişlerdir. Bunu yapamayanlar elenmişlerdir. Yani bitkilerin doğal seçilim yoluyla evrimi, yani adaptasyonları, hayvanlardan pek de farklı değildir.

ÜREMEK İÇİN YANGINLARA MUHTAÇ BİTKİLER!

Ama bitkilerin yangınla ilişkisi sandığınızdan bile derin olabilir. Öyle ki bazı çamlar, okaliptüs ve Banksia gibi bazı bitkiler, üreyebilmek için yangına muhtaçtırlar! Yangın ve aşırı yüksek sıcaklıklar olmaksızın bu bitkilerin tohumları aktive olamaz ve üreme döngüsü başlayamaz. Ateş, tohumlarını saran reçineyi eriterek, tohumu açığa çıkarır ve çoğalmasını mümkün kılar.

Pirisens adını verdiğimiz özellikteki bazı diğer bitkiler ise, az önce bahsettiğimiz yangın dumanını kimyasal bir sinyal olarak kullanır ve üreme döngüsünü başlatır; çünkü toprağı işgal eden ufak bitki ve çalıların yanarak yok olduğu mesajı olarak değerlendirilir. Bu, büyümek için harika bir fırsattır. Yangın sırasında açığa çıkan karikin isimli proteinler, bitki tohumlarındaki KAI2 proteinlerini aktive ederek büyümeyi tetiklerler.

Benzer şekilde, bazı bitkiler yangın sonrasında özellikle güçlü çimlenir ve büyürler. Öyle ki, bazı bitkilerin tohumları yüzeyde yangın ile ilişkili kimyasallar oluşmadan çimlenmeye başlamaz ve deaktif bir şekilde on yıllar boyu bekler! Bunların başında Laden (Cistus sp.) bitkisi gelir. Hatta bir bölgede yoğun bir laden popülasyonu görülüyorsa, daha önceden bu bölgenin bir çam ağacı yangını geçirmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Yangın geçiren bölgeyi yaklaşık 2 hafta sonra ateş zambakları (Lilium bulbiferum) sarar. Yangını seven bu bitkiler, yangından sadece 9 gün sonra çiçek verebilir! 9 gün! Sonrasında bu zambaklar yaklaşık 10 yıl sürecek olan bir uykuya yatarlar, adeta onları yeniden uyandıracak olan yeni yangınları beklercesine…

Hatta bazı bitkiler bunun da ötesine geçerek, yangını bir avantaj olarak kullanabilirler. Örneğin içlerinde çam tohumları taşıyan bu kapalı kozalaklar yangın etkisi ile ısınır, onları kapalı tutan reçine erir ve böylece kozalak açılır. Bu sayede tohumları toprağa saçılan çam ağaçları, bazen yangınlar sırasında oluşan rüzgarların etkisiyle daha uzak coğrafyalara da yayılabilirler ve böylece çoğalmayı başarırlar!

KÜLLERİNDEN DOĞAN BİTKİLER: TOPARLANMA ADAPTASYONLARI NASIL İŞLER?

Peki, diyelim yangın oldu ve bir ormanı kasıp kavurdu. Bitkiler, yangın sonrasında nasıl toparlanırlar? Yani az önce bahsettiğimiz toparlanma adaptasyonları nasıl işler? Örneğin Akdeniz’de bulunan bitkiler, yangınlarla fazlasıyla içli dışlı oldukları için toparlanma mekanizmasının gelişkinliği dünyada eşsizdir. Çünkü bu ormanlar sürekli bir yangın müdahalesi altındadır. Bunun sebeplerinden birisi, bölgenin kendi iklimsel özelliklerinin sebep olduğu ve sık sık meydana gelen yangınlardır. Başka bir sebep olarak da sayısız medeniyete ev sahipliği yaptığı için, fazlaca maruz kaldığı insan etkisi sayılabilir. Ancak Akdeniz ikliminin görüldüğü yerlerdeki flora (bitki örtüsü) bu yangın stresine karşı evrimleşmiş bitkiler ile doludur.

Bu bitkilerden birisi, hepimizin çok yakından tanıdığı zeytin ağacıdır (Olea europaea). Bu bitki küllerinden yeniden doğarak “toparlanma” mekanizmasının belki de en ilgi çekici örneğini sergilemektedir: Zeytin ağacı, önce kalın kabuğu sayesinde yangına karşı koymaya çalışır. Ancak kabuk kalınlığının işe yaramayacağı durumlarda onu kurtaracak ek bir mekanizması daha vardır!

Zeytin ağacı, ilk bakışta yangına teslim olmuş gibi görünür. Çünkü ağaç, epey bir yanar ve adeta kül olur. Toprak üstü organlarının hemen hemen hepsi ölür. Son derece özel olan bir yapısı hariç: “Lignotüber”. Bu yapı, ağaç gövdesinin en alt kısmındaki şişlik olarak göze çarpar. Neredeyse yanması imkânsız olan bu bölge, yoğun miktarda nişasta depo eder ve yeni sürgünleri verecek olan sürgün gözlerini içerir. Nişastanın bulunması çok kritiktir; çünkü bu sürgün gözlerinden yeni dallar ve yapraklar oluşup yeniden fotosentez ile besin üretimi sağlanana kadar, depo nişastası besin olarak kullanılır. Yangın ile üst gövdesi ölen bir zeytin ağacı, bir sonraki dönemde akıl almaz bir hız ile lignotüberlerin sürgün gözlerinden çıkan 3-4 yeni gövde ile bizleri selamlar.

YANGINA TOLERANSLI BİTKİLER

Tabii yangınlarla mücadelede bitkiler sadece toparlanma adaptasyonlarını kullanmazlar; tolerans adaptasyonları da önemlidir. Örneğin melez ağacı veya dev sekoyalar gibi bazı bitkilerin kabuklarında görülen kalın termal yalıtım tabakası veya nemli dış kabuk adaptasyonları, yangın direncini arttırır.

Bitkiler arasında yangın direncini artıran bir diğer adaptasyon ise yüksek ağaç taçlarıdır. Yani yaprakların ve meyvelerin yerden çok yüksekte bulunmasıdır. Örneğin Ökaliptüs bitkilerinin ve birçok çam ağacının yaprakları yerden metrelerce yukarıda bulunur, böylece çalı yangınlarından pek etkilenmezler.

KONTROLLÜ YANGIN: ORMANLARIN SAĞLIĞI İÇİN ONLARI YAKMAK!

Yangınlar bitkilerin gelişimi için öylesine önemlidir ki, Avustralya Çim Ağacı gibi ateş seven bitkilerin yetiştirildiği bazı seralarda ve hatta devasa ormanlarda itfaiyeciler ve yangın uzmanları pürmüs lambası gibi araçlar kullanarak bilinçli, yani isteyerek yangınlar çıkarılmaktadır. Kontrollü yangın adı verilen bu uygulama, aşırı kuru ve istenmeyen bitkilerin ve hatta işgalci türlerin elenmesini sağlamakta, ormanın kendini yenilemesini mümkün kılmaktadır. Bu uygulama, ateşe muhtaç ve ormanın belkemiği olan ağaçların üreyebilmesini sağlamaktadır.

İşte makalenin başında orman yangınlarına verdiğimiz tepkinin mantıklı bir şekilde değerlendirilmemesi halinde neden hataya düşeceğimizden bu nedenle bahsettik. Duman gibi, insanlar tarafından istenmeyen ve bizler için zararlı olan olgular ile ateşi ilişkilendirdiğimiz ve ormanlara yakın bölgelere inşa ettiğimiz evlerimiz, park ettiğimiz arabalarımız, çocuklarımızın koşuşturduğu yaşam alanlarımız yok olmasın istediğimiz için, yangınların da “mutlak kötülük” olması gerektiğine yönelik bir yanılgıya sahibiz. Buna bağlı olarak, nasıl ki ocağımızdaki ateşi kontrol edebiliyorsak, orman yangınlarını da mutlak kontrolümüze sokmak istiyoruz ve mümkünse tamamen ortadan kaldırmayı hedefliyoruz.

Bu, daha büyük sorunların önünü açabilir. Örneğin ABD’de Smokey Bear isimli yangınla mücadele konusunda halkı bilinçlendirme projesi, yangınlarla ilgili o kadar negatif bir görünüm çizdi ki, günümüzde yapılan çalışmalar son 100 yıl boyunca ufacık yangınların bile ne pahasına olursa olsun baskılanması sonucunda, günümüzde önüne geçilemeyen büyüklükte yangınlar yaşanmaktadır. Çünkü ufak yangınlar, az miktarda yanıcı maddeyi yakarak temizler. Ancak bunları bile baskılarsak, ormanlarda durmaksızın kuru ağaç gövdeleri ve diğer yanıcı maddeler birikir ve asla kontrol edemeyeceğimiz büyüklükte yangınların önünü açar. Sırf bu nedenle ABD, halkı yangına karşı bilinçlendirme konusundaki mesajlarını değiştirerek, yangınların ekolojik anlamda sağlıklı süreçler olduğunu da anlatmaktadır.

Bu konuda ihtiyacımız olan şey bilim, bilgi ve ateş ekolojisi konusunda donanımlı uzmanlar yetiştirmek… Elbette ormanlara insan müdahalesinin ne düzeyde olması gerektiği oldukça karmaşık bir felsefi problem de… Evrimin sıradan bir ürünü olarak biz ve tüm faaliyetlerimiz halen “doğal” ve “normal” olarak nitelendirilebilir mi, yoksa insanların doğaya her türlü müdahalesi “yapay” ve “istenmeyen” olarak mı görülmelidir? Bunu bir düşünün…

ORMAN YANGINLARINDA NE YAPMALI?

Peki bu durumda orman yangınları için ne yapmalı? Dokunmayalım mı? Ormanları kendimiz mi yakalım? Elbette hayır! İnsanların sebep oldukları yangınlar doğal yangınlar olarak bilinmemektedir; çünkü insanlar, kamp ateşi ve kundaklama faaliyetlerini Akdeniz ormanlarının ihtiyacı olan 50 yıldan çok daha sık, sadece birkaç yılda bir yaparlar!

Yani evet, yangın, kritik bir ekosistem sürecidir ve birçok tür; yiyecek ve barınak bulmak için ihtiyaç duydukları habitatı yaratmak için yangınlara güvenir. Burada sorun, çağımızdaki yangınların çok büyük ve çok sık olmasıdır! Yangınlar beklenenden çok sık ve çok büyük olunca, birçok bitki ve hayvanın güvendiği habitatı yaratamaz. Daha da önemlisi, bu ormanlar insanların yaşam alanlarına ulaşarak, şehirleri yok edecek düzeylere erişebilirler.

Güneybatı Anadolu Orman Araştırmaları Enstitüsü’nden Coşkun Güney ve ekibinin Uluslararası Yaban Arazi Yangınları Derneği’nde Mart 2019’da yayınladıkları bir incelemeye göre ülkemizin yüzde 28 civarı ormandır ve Türkiye’de son 8 yılda, toplamda 7000 hektar araziyi yakan 2500 civarında orman yangını yaşanmıştır. Yani her yıl 310’dan fazla yangınla boğuşmaktayız ve bunların her biri 3 hektar civarı bir alanı yok etmekte! Bir diğer çalışmaya göre Türkiye’de yılda ortalama 1.000’in üzerinde orman yangını çıkmakta ve yılda toplamda 20.000 hektardan fazla orman örtüsü yok olmaktadır. Ülkemizde görülen yangınlardan en büyüğünü 31 Temmuz 2008’de Serik-Taşağıl bölgesinde yaşadık ve neredeyse 16.000 hektar ormanımız yandı. Bu yangınların sadece yüzde 11’i yıldırımlar nedeniyle başlamıştır; geri kalan yüzde 89’u insan kaynaklıdır ve bunların yüzde 60’ının nedeni bilinmemektedir.

Bir diğer araştırmada ise, Türkiye’de 2000-2010 yılları arasında çıkan orman yangılarının çıkış nedenleri incelenmiştir ve bu yangınların yüzde 54’lük bölümünü ihmal, dikkatsizlik ve kaza, yüzde 11’lik bölümünü kasıt, yüzde 12’lik bölümü yıldırım sonucu çıktığı görülmüş, geriye kalan yüzde 23’lük bölümün ise çıkış nedeni tam olarak saptanamamıştır. En nihayetinde toplamda, yangınların en az yüzde 65’i, yani çoğunluğu, insan kaynaklı oluşmaktadır!

2004 yılına ait orman yangını istatistiklerine göre insanlar tüm yangınların yüzde 94-97’sinden sorumlu ve bunların yüzde 14’ü kundaklama, yüzde 58’i ihmal, yüzde 5’i yanlışlıkla, yüzde 23’ü ise bilinmeyen nedenlerle çıkıyor. Doğal nedenlerle başlayan yangınların oranı sadece yüzde 3-6 civarı!

Buna rağmen ülkemiz, yangınla mücadelede diğer ülkelerin birçoğundan çok daha etkili ve hızlı denebilir. 2003 yılında ortalama 40 dakika olan yangına müdahale süresi, 2018’de 14 dakikaya kadar indi. Hatta Amerika’dan Yunanistan’a, İsrail’den Kazakistan’a kadar birçok ülkeden yangın uzmanları ülkemizdeki Orman Genel Müdürlüğü eğitim merkezine gelerek bilgiler edinmekte, bu ülkelerin uzmanlarıyla işbirliği yapılmakta ve hatta bazıları bizzat ülkemizde eğitilmektedir. Günümüzde bir orman, 50 yıllık döngü yerine ortalamada 5-7 yılda bir yakılabilmektedir. Şu grafiğe bir bakın:

Yangın sayısındaki artışta bir anormallik var, onu söyleyelim. Bu anormalliğin bir sebebi insanların orman alanlara daha fazla yerleşmesi, piknik gibi faaliyetlerin daha riskli bölgelerde yapılması ve belki tahmin edebileceğiniz gibi, küresel ısınma. Yaz aylarının ortalama sıcaklığı arttıkça, ormandaki malzemelerin tutuşma sıcaklığına erişmesi giderek kolaylaşıyor. 2018 yılında Bartın Üniversitesi’nden Mertol Ertuğrul ve arkadaşları tarafından yayınlanan bir makalede de vurgulandığı gibi, küresel ısınma nedeniyle çok daha geniş arazilerde çıkan yangınlarla mücadele etme riskiyle karşı karşıya kalmamız çok olası.

Normalden çok daha sık yanan Akdeniz ormanlarının, böylesine güçlü bir seçilim baskısına ve strese daha ne kadar kaldırabileceği meçhul. Orman yangınları, ormanın doğal bir parçası olsa bile, eğer ormanlarımıza toparlanma adaptasyonlarının işleyeceği kadar süreyi bile tanımazsak, bizi sonsuza dek terk edebilirler. Bu, doğaya karşı açtığımız savaşta işlediğimiz en aptalca, en kabul edilemez savaş suçu olurdu. Bu suçu işlememenin tek yolu da halkı bilimsel gerçeklerle donatmak, güçlü yasal denetim mekanizmaları işletmek ve ormanlarımızın sağlığını yakından takip etmektir.

YANGIN SONRASI DÖNÜŞÜM

Bir yangın meydana geldiğinde, yangından sonra büyüyen ağaç ve bitki topluluğu, yangından önceki topluluktan farklıdır. Buna dönüşüm denir. Yangınla, orman dönüşümüne yol açan iki adım vardır. Birincisi, ormanın geniş bitki örtüsü alanlarını ortadan kaldıran yüksek şiddetli bir yangının varlığıdır. İkincisi ise; tohumların tümünün yanması, başka bir yangının eklenmesi ve olumsuz iklim koşulları ile tohumların büyümesini engelleyen diğer faktörlerin geri kazanım mekanizmalarını olumsuz etkilemesidir.

İklim değişikliği, yangın öncesi ve sonrası ortamın çevresini değiştirerek, orman dönüşümünü önemli ölçüde etkiler. Daha sıcak ve daha kuru bir iklim ile ağaçlar kavrulur, kurur ve bu nedenle yangına karşı daha savunmasız kalırlar. Böylece yangından sağ çıkma olasılıkları daha düşüktür.

Birçok ağaç türü öldüğünde artık yeni tohumlar üretemedikleri için, yangından sonra ağaç popülasyonunu koruyamaz hale gelebilirler. Ayrıca, yangından sonra mevcut olan tohumlar mevcut iklim şartlarında artık büyüyemeyebilirler. Değişen iklime uyum sağlayamayan bitki örtüsü, kısa bir süre içinde kurur ve ölür. Aynı şey, tohumları mevcut iklim koşullarına uyum sağlayamayan ağaçlara da olabilir.

AĞAÇLARA YARDIM ETMEK…

Ormanların yangından nasıl kurtulacağını belirleyen faktörler karmaşıktır. Dönüşümlerinin nedenlerini ele alarak, ormanların yangın öncesi durumlarına dönmesine yardımcı olmanın yolları vardır. Birincisi, bir yangından sonra bitkilerin yeniden büyümesine yardımcı olmaktır. Ağaç topluluklarına yeniden kavuşabilmek için, araziye uygun yerel fidanlıklardan bitkiler getirilebilir veya yangından sonra araziye tohum saçılabilir.

Ne yazık ki, alan tekrar yanarsa, tohum ve genç bitkiler ölmeye devam edecektir. Bu nedenle, yangınların kısa sürede aynı alanı birden çok kez yakmasını önlemenin yolları geliştirilmelidir. Henüz tam sonuç veren yöntemler geliştirilmemiş olmasına rağmen, araştırmalar devam etmektedir. Bu noktada özellikle de yangın nedenlerinin doğru tespit edilmesi ve bu nedenlere yönelik aktif çalışmalar yapılması büyük öneme sahiptir.

Temelde, iklim değişikliği sorunuyla da mücadele etmek gerekmektedir. Gezegenin ortalama sıcaklığının artışını yavaşlatarak ve iklim krizinin kurak bölgeleri daha da kuraklaştırmasını dizginleyerek, ormanların gelecekteki sağlığına katkı sağlayabiliriz. Bir birey olaraksa, daha en başından bir yangın yaşanmaması için elimizden gelenin en iyisini yaparak, eğer varsa kamp ateşimizi söndürebiliriz, yerlerde çöp, şişe vb. bırakmayarak yangına sebebiyet verecek her türlü hareketten kaçınabiliriz. Ayrıca merkezi ve yerel yönetimlerin de bölgelerindeki ormanları koruyucu adımlar atması, bu ormanlardan anlayan, nitelikli elemanlar yetiştirmesi ve bunların tespitleri doğrultusunda kanunlar çıkarması önemlidir”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir