Genç Marx’ın mizahi yüzü: Scorpion ile Felix
Karl Marx’ın henüz 19 yaşında yazdığı ve bazı bölümleri eksik olarak günümüze ulaşan romanı “Scorpion ile Felix” Sabri Gürses çevirisiyle SRC Kitap tarafından yayımlandı. Marx’ın pek bilinmeyen gençlik dönemine ait mizahi roman girişimini kitabın çevirmeni Sabri Gürses’le konuştuk. Çeviri sürecinde karşılaşılan zorluklar, metnin bağlamsal detayları ve Marx’ın mizah anlayışı gibi başlıklar üzerine fikir alışverişi yaptığımız röportajda Marx’ın gençlik dönemine ait bu farklı çalışmayı anlamak ve dönemin toplumsal, kültürel koşullarıyla ilişkilendirmek üzerine bir tartışma gerçekleştirdik.
Karl Marx gibi bir figürün mizahi bir romanını çevirmek, tarihsel ve edebi bağlamları birleştirmeyi gerektiriyor. Çeviride bu dengeyi nasıl kurdunuz?
Teşekkür ederim bu giriş sorusu için. Mizaha yatkınlığım var mı bilmiyorum, ama hevesim ve merakım var. Sinik alaycılık bizim kuşağa sinmiş bir alışkanlık belki, ama onun dışında da her şeyi alaya alıp eleştiriden geçirmekten vazgeçemem. Esprili olduğum anlamına gelmiyor bu tabii. Ama hep mizahın peşinde oldum, gençken Aziz Nesin, Efraim Kişon, Don Camillo ve fıkra okumayı çok severdim, Gargantua ile Oblomov’u başucu kitabım yapmıştım, sonra ikisinin de peşini bırakmadım. Bahtin’in Gargantua’daki mizah üzerine, halkın nasıl güldüğü, Rabelais’nin bunu nasıl öğrendiği üzerine olan çalışmasını çevirdim. Şaka gibi ama mizah yayıncılığına da soyundum bir ara – Mizahın Şifresi diye bir kitap çevirip yayınladım. Bütün bunlar bir yana, ben öyle bir evde büyüdüm ki gece gündüz toplumcu kitaplar, dergiler okunur, bu toplum için Marksist bir çözümün nasıl bulunacağı tartışılırdı. Babam çatık kaşlı, ciddi bir düşünürdü; annem de şen şakrak, sanatçı yönü ağır basan bir yazar. Ben ciddi şekilde Marx-Engels-Lenin okumaya başlamadan önce (tuhaf ama çok az Mao ve Stalin okudum), onların sosyalizmiyle tanıştım. Engels’in şablonları beni erkenden sıktı, Lenin’in felsefe ve bilime düşkünlüğü çekici geldi, Marx’ın ekonomi felsefesine kattıkları, Hegel’i tepetaklak ettiğini savunması hoşuma gitti. Ama oradan anarşistlere, kaçırılmış fırsatlara savruldum – Bakunin, Kropotkin ve bütün kütüphaneleri yok etmeyi hayal eden Rus anarşistleri, Kronşdatlılar hoşuma gitti. Marx’laşmaya çalışan Bookchin’e sempati duysam da, Mumford’u daha kendime yakın buldum sanırım.
Tabii bütün bunlar yok Marx’ın Scorpion ile Felix’inde. Marx’a yeniden, çeviribilim çalışmalarında nasıl yararlanabilirim diye dönünce keşfettim bu çok iyi saklanmış roman girişimini. Marx’ın Kutsal Aile’sinden çok etkilenmiştim ben. Edebiyat eleştirisi çalışan herkesin, aslında her yazarın okuması gereken birkaç kitaptan biridir o – ve şimdi geriye bakarken, şunu diyebilirim, onu okurken yazar olmaya çalışmış birinin, felsefe değil edebiyat çalışmış birinin elinden çıkmış gibi gelmişti bana. O kitapta Marx maddeciliği bir edebiyat eleştirisi yöntemi olarak kullanıyor ve bizim bugün çoğunu tanımadığımız idealist, Hegelci, belki ütopik sosyalist bir çevreye yöneltiyor eleştirisini. Scorpion ile Felix’e maalesef bu sonraki döneme dair okumaların yüküyle baktım, aslında daha temiz bir şekilde, hiç sonraki Marx’ı, bizim sevdiğimiz Marx’ı tanımadan, genç Marx’ı on dokuz yaşındaki küstah, hayalkırıklığı içinde, meyhanelerde gezerkenki haliyle görebilmek iyi olurdu. Çünkü biz Marx’ın mizah romanı ya da mizahi romanı deyince kaçınılmaz olarak kafamızdaki Marx’ın yazdığı bir şeyi istiyoruz, oysa orada o yok, orada evden uzak, üniversiteyi bitirip iş bulmaya heves eden, daha tezini bile bitirmemiş bir delikanlı var. Rimbaud gibi biri olabilirdi, dahice şiirler yazıp ortalığı şiiriyle sarsabilirdi, ama öyle biri değil. Latince biliyor, Ovidius çeviriyor, bunu da Scorpion ile Felix’e yansıtıyor. Kabızlıkla ilgili kaba şakaya yöneliyor, David Hume’la açıkça alay etmeye çalışıyor, belki de buradan ilginç bir felsefe mizahı çıkabilirmiş, keşke bitirseymiş, daha çok bölüm bıraksaymış diyeceğiz ister istemez. Duncan Large, Margaret Rose gibi araştırmacılar ve biz de biraz büyük bir bağlama bağlayabilmek için Tristram Shandy taklidi görmek istiyoruz burada, ama bence daha sade bir açıklama mümkün, Marx dönemin ünlü bir Alman yazarını, Richter’i taklit etmiş – belki onun Shandy’yi taklit ettiğini bilerek – ve belki onu felsefe mizahı yapmak üzere kullanmak istemiş – ve belki de basit bir meyhane eğlencesi olarak denemiş bunu. Cinsel göndermeler, Grethe karakteri biraz öyle görünüyor. Dolayısıyla on dokuzuncu yüzyıl klasik romanlarının havası yeterli gibi. Ben bol dipnotlu çevirilere bayılırım, ama buradaki olasılıklar sınırlı, o yüzden ayrıntılı bir önsöz incelemesi gerekli oldu.
Eserin tamamlanmamış olması ve bazı bölümlerinin eksikliği çeviri sürecinizi nasıl etkiledi? Bu eksiklikler hakkında dipnotlar eklerken hangi noktalara özellikle vurgu yaptınız ve okuyucunun metni daha iyi anlaması için ne tür açıklamalar sundunuz?
Açıkçası tam bir çevirmen rolünde görmedim kendimi, çünkü eseri özgün dilinden, Almancadan çevirmedim. Ben daha çok metni anlamaya çalışan, elimde evirip çeviren bir araştırmacı gibi hareket ettim. İyi niyetli aradil, ikinci dil çevirisi böyle bir şey; o yüzden de metnin bağlamını, dönemini, tarih içindeki serüvenini anlamak üzere bir çalışma yaptım, ikinci dil sorununu böyle mazur gösterebildim. Bir de tabii metnin tam bir eser olmaması, fragmanlar olması bunu mazur gösteriyor. Yoksa metni 2018’de keşfedip çevirince iki Almanca çevirmenine başvurdum, ortak çalışma olsun istedim, ama heyecanlanmadılar. Pirhasan da ilginç bulmamış metni, dipnotlandırıp üzerine düşünmeye gerek görmemiş. İngilizce çeviride çok az dipnot vardı, ben açıklayabildiğim yerlere, okura kolaylık sağlayacak ya da başka bağlamlara götürecek noktalara dipnot eklemeye çalıştım. Bir de resimler eklemek yararlı geldi, Marx sakallı kadından bahsettiğinde fantastik bir uydurma gibi gelebilir, ama görsel karşılığı olan bir olguymuş bu; ya da metinde bahsettiği Charles Mantel’in bir Selçuklu savaşçısı gibi biri olduğunu hayal edemeyebilir okur, onun için resim yararlı oldu. Tabii riskleri de var bunun. Örneğin güneşle ilgili bir yerden çıkarım yaparak bunun Hegel okumasından geldiğini öne sürebiliyoruz, ama Marx’ın o dönemde neyi ne kadar okuduğu hakkında kesin bir fikrimiz yok, abartıyor olabiliriz.
“Scorpion ile Felix”in Marx’ın felsefi ve ekonomik çalışmalarına ışık tutan bir metin olduğu belirtiliyor. Sizce bu roman, Marx’ın daha sonraki düşüncelerine nasıl bir katkı sağladı?
Ben metnin üslubuna bakarak, edebi yeteneğini geliştirmesine, felsefi üslubunu bulmasına büyük yararı olmuş diyebilirim. Önsözde de yazdım, Marx hiç ekonomiye, ekonominin felsefesine yönelmeyebilirdi, bu günahı ya da erdemi Engels’e yüklemek lazım. Buradan devam ederek Marx Kutsal Aile’deki parlak edebi-felsefi eleştirisini ortaya çıkarmış, ama oradan uzaklaşmış sonra. Sosyalist mücadele, Komünist Manifesto buradan sadece parlak metaforlarla, hayalgücü yüksek, renkli yazmayı devralmış bence. Manifestodaki gibi söze “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” diye başlamak için bu edebi çalışmayı yapmış olmak gerekirdi.
Eserdeki mizah, Marx’ın diğer eserlerindeki ciddi ve polemikçi üsluptan oldukça farklı. Bu mizah anlayışını nasıl yorumluyorsunuz?
Örneğin 16. Bölüm’deki kaba mizah İncil’deki söz, müjde konusunun alınıp Grethen’in arka kısım temizliğine bağlanmasına dayanıyor. Bu sert, Rabelaisci, karnavalesk dediğimiz sokak mizahı. Gargantua’yı okuyanlar bilir, en eğlenceli kısımlarından biri onun arka kısım temizliği için türlü türlü eşya kullandığının anlatıldığı, bunların listelendiği kısımdır. Marx’ın örneğin Proudhon’a karşı kaba bir polemiğe başvurmasının bu mizah anlayışına dayanmadığını söyleyebilir miyiz – onun Sefaletin Felsefesi adlı iyi niyetli kitabına Felsefenin Sefaleti diye yanıt vermek nereden çıkmış olabilir? Zizek bile çok şakacı olduğu halde, hiçbir çağdaş filozofa böyle bir şaka yapmış değil. Bu arada bu mizahi polemiğin de Scorpion ile Felix gibi bir görünüp kaybolduğunu fark etmek ilginç oluyor: Marx hayattayken 1847’de yayınlanmış ve bir daha uzun süre, 1885’e dek yayınlanmamış. Marx’ın mizahi girişimlerinin pek başarılı olduğunu söylemek mümkün değil – yani en azından burjuvaziyle alay ettikleri Komünist Manifesto dışında. Ki o bile tartışılır.
Marx’ın bir düşünür, filozof ve ekonomist olarak bilinen yönlerine, bu romanı çevirdikten sonra nasıl farklı bir açıdan bakmaya başladınız?
Bu romanı keşfetmek beni başka bir açıdan sarstı. Seksenlerin sonundaki edebiyat-estetik tartışmaları büyük ölçüde Sovyetlerden ve İngiliz Marksistlerden, Fransız yapısalcılardan çevirilere dayalıydı. Avner Ziss, Kagan, Lukacs vs vardı bir yanda, diğer yanda Eagleton, Williams; derken Eco, Barthes vs belirdi. Bütün bunlar Marksist estetikten, Marx’ın edebiyata yaklaşımından bahsederken hep soyutlamalarla, Marx’ın şu ve şu edebi eserler hakkındaki yorumlarından yola çıkarak, oradan Lenin’in ne dediğine vs bakarak hareket ediyorlardı. Hiçbir yerde Marx’ın kendi edebi girişimlerinin konu edildiğini hatırlamıyorum. Scorpion ile Felix diye bir roman girişimi, yani Marx’ın bizzat edebi metin üretmeye çalışmış olması hiçbir yerde geçmiyordu. Aslında şaşırtıcı bir şekilde, Marx’ın şiir yazmış olması da pek tartışılmış, konuşulmuş değil – gençlik hevesi olarak anılıyor. Belki öyle, ama bir roman denemesi yapmak, sonra da ömür boyu bu konuya bir daha dönmemek, Marx’ın edebiyat fikrini konuşurken üzerinde durmayı hak eden bir konu. Yani, Marksist kuramcıları bir daha sorgulamama yol açtı bu – mizah denemesi onların Marx kalıbına uymuyor muydu, hiç haberdar olmamışlar mıydı, düşünmeyi gerektiren bir konu. Eagleton’ın mizah hakkında yazarken bu mizahi durumu ihmal edebilmiş olması da mizahi bir durum aslında. Bahtin’in Rabelais’yle birlikte Scorpion ile Felix’i de birkaç satırda anması fevkalade bir şey olurdu. Önsözde bunu açıklamaya, anlamaya çalıştım: Metnin geç yayınlanması, başka dillere geç çevrilmesi, Sovyetlerde yayılmaması gibi garip bir tarihçesi var. Bu Mevlana’nın Mesnevi’den önce Türkçe yazdığı, yarım bıraktığı bir divanı olduğunu öğrenmek gibi, birine bütün bakışı değiştirebilecek bir şey.
Marx’ın gençlik döneminde kaleme aldığı bu mizahi roman, dönemin toplumsal ve politik koşullarını nasıl yansıtıyor?
Bunu dönemin Almanya’sını, bu genç üniversitelilerin ortamını daha iyi tanıyan bir uzmanın yanıtlaması daha doğru olur. (Aslında metinde açıkça toplumsal bir yan yok – ama Marx’ın köpeğe Bonifatius adını vermesi, bunun da Almanya’yı paganlıktan çıkaran İngiliz din adamının adı olması Marx’ın Alman kimliğiyle ilgili bir tartışma yürüttüğü hissine kaptırdı beni.) 21., filolojik bunalımlar bölümünü, 28. Bölümü ben Joycevari buldum. Bu benzetmeyle (kendi filolojik buhranlarımızla bir türlü Sermaye ya da Anamal diyemediğimiz) Kapital’i Ulysses gibi bir eser olarak görebilir miyiz acaba? Soruya dönersek, Scorpion ile Felix’in dönemin toplumsal ve kültürel ortamıyla örtüştüğü noktaları göstermek için Marx’ın biyografi yazarı Tristram Hunt’tan uzunca bir alıntı yaptım kitapta: Scorpion ile Felix belki Marx ile Engels’in (ya da Engels ile Marx’ın) öncüsü olabilir diye düşündüm, Hunt’ın anlattığı gençlik ortamı romandaki ortama çok benziyor bence.
Bu roman, deneysel yapısıyla çağdaş edebiyatın hangi unsurlarına hitap ediyor? Bugünün okurunun bu eserden ne öğrenebileceğini düşünüyorsunuz?
Dediğim gibi, Ulysess havası var, Tristram Shandy gibi metinleri sevenlerin de bakacağı bir metin. Geçen yıl üniversitedeki edebiyat çevirisi derslerinde öğrencilerle İngiliz-Amerikan edebiyatının ortaya çıkış metinlerini incelemiştik; Daniel Defoe’dan Virginia Woolf’a doğru gelirken metinleri inceledikçe felsefi üslubun romanda nasıl geliştiğini görebiliyoruz. Marx’ın bu roman girişiminde de onun kendine has felsefi üslubunun nasıl ortaya çıktığı, resmi biçimde yazılmış doktora tezine kıyasla daha açık şekilde görünüyor. Kanımca, Marx’ın üniversiteye girememesi, Hegel’in ve Hegelcilerin üniversite dışındaki, kadrosuz muhalifi oluşu bu romandaki mizahi tonun kalıcı olmasını sağlamış.
Ama bu yine de bir roman değil sonuçta, bir roman girişimi, daha çok Marx’ı sevenlerin, Marx’ın düşünce tarzını anlamak isteyenlerin bakacağı bir metin – onun dışında, benim Rusya incelemelerimin bir parçası – meğerse Gogol Burun’u yazarken Marx Scorpion ile Felix’i yazıyormuş. Bu kitaba ilginç bir iki kitapla katkı yapmayı düşünüyorum. Orhan Pamuk’un Tristram için yazdığı önsözde dediği gibi, şakadan anlamayanların, beraber gülmek yerine kendi başına kıs kıs gülmeyi yeğleyenlerin çok olduğu ülkemizde, genç Marx’tan esinlenecek yazarların, bu farklı Marx imgesinden zekice sonuçlar çıkaracak okurların, neşeli bir devrimin mümkün olduğuna inananların var olduğunu düşünüyorum.