İkinci yüzyılda yıldızı parlayan bir Türkiye hayalimiz var
Dr. Faruk Güler / ESBAŞ Yürütme Kurulu Başkanı
Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılında 570 milyon dolar GSMH’ya, 45 Dolarlık kişi başına düşen milli gelire sahip, 51 milyon dolar ihracat ve 87 milyon dolar ithalat gerçekleştiren bir ülkeydi. Cumhuriyetin kurucu kadroları bu ekonomik şartlarda 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında 1. Türkiye İktisat Kongresini İzmir’de toplayarak, ülkede ekonomik sistem olarak liberal kapitalizmin uygulanacağını dünyaya deklere etti. Yerli sanayinin korunması, imtiyazlı yabancı şirketlerin devletleştirilmesi, yabancı sermayenin ülkeye girişinin sağlanması, borsaların kurulması, aşar vergisinin kaldırılması, işçilere sendika kurmak da dahil çeşitli hakların tanınması gibi kararların da alındığı kongrede belirlenen yol haritası ile yön bulan ekonomik model 100’üncü yılını tamamlıyor.
100 yılda nereden nereye
Ülkemizin sahip olduğu doğal zenginlikler, jeopolitik ve lojistik avantajları da dikkate alarak Türkiye’nin 100 yıllık süreçte ekonomik olarak başarılı olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu, ancak uygulanan modelin Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkeyi içinde bulunduğu ekonomik çöküntüden kurtarıp, hızlı bir gelişme sağladığı kesin. Şöyle ki 1923’ten Atatürk’ün ebediyete uğurlandığı 1938 yılına kadar geçen 15 yıllık süre zarfında, GSMH ortalama yüzde 7.4, sanayi yüzde 9.6 ve tarım sektörü yüzde 7.6 oranlarında büyüme kaydetmiştir. Fiyatların her yıl ortalama yüzde 1.87 gerilediği bu dönemde TL, ABD Dolarına karşı ise yüzde 1.8 oranında değer kazanmıştır. (Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Uygulanan İktisat Politikaları-Doç. Dr. Hüseyin Akyıldız, Doç. Dr. Ömer Eroğlu) Türkiye Cumhuriyeti’nin, yaklaşık 100 yıl önce belirlediği yol haritası ile 15 yıllık bir sürede ulaştığı ekonomik göstergelerden etkilenmemek mümkün değil.
Genç cumhuriyetin ekonomiyi miras olarak aldığında sahip olduğu ekonomik göstergeleri yukarıda aktarmıştık. Atatürk’ün önderliğinde kömür, çimento, şeker, tekstil, pamuk işleme, elektrik, uçak, ipek ve deri fabrikaları kurulmuş ve cumhuriyetin ilk 10 yılında, ‘Dışarıdan aldıklarımızı şimdi kendimiz yapıyoruz’ sloganıyla kurulan fabrikalar toplumsal refahının artmasına katkı sağlamıştır. Türkiye’nin kuruluşunda, içerdeki talebi karşılamak için başlattığı sanayi hamlesi büyümüş ve günümüzde sadece kendisi için üreten ülke olmaktan çıkararak, küresel pazara da ürünlerini satar konuma yükseltmişti. Türkiye, ekonomisini dönem dönem krizlerden kurtaramamış olsa da, günümüzde küresel ticaretten yaklaşık yüzde 1 oranında pay alan bir ekonomik seviyeye ulaştırabilmişti. Ülkemiz üreticileri küresel pazarda otomotiv ve otomobil parçaları gibi orta teknolojili sektörlerde uzmanlaşırken, asıl gelişmeyi sağlayacak olan yüksek teknolojili ürün grubunda ise istenen noktaya henüz uzaklar. Son 10 yılda yüksek teknolojili ürünlerin toplam ihracatımızdaki payı yüzde 3-4 bandından yukarıya çıkarılamadı. Oysa ülkemizdeki teknoloji ve bilgi birikimi, üretim altyapısı bu oranı yüzde 10 bandına çıkarabilme kapasitesine sahip.
IT teknolojisinde küresel yarışın içinde yer alacağız
Türkiye Cumhuriyeti’nin, ikinci 100 yılında bu teknolojik gelişmeyi sağlayacak yeni bir yol haritası belirlemesi gerekiyor. IT teknolojisinde küresel yarışın içine dahil olmuş, Avrupa pazarı için güvenilir ve hızlı tedarikçisi olmak hedefiyle güçlü bir üretim altyapısı geliştirmiş ve teknolojik ürün ihracatını arttırmış, su kaynakları ve toprağın özelliğine uygun olarak tarımsal üretimini havza bazında planlamış ve yeşil ekonomiyi teşvik eden, iyi kurgulanmış bir vergi sistemini yerleştirmiş bir iktisat stratejisi ile Türkiye’nin yıldızını parlatmanın yol ve yöntemlerini geliştirmek zorundayız. İlhamını ekoloji, teknoloji ve ekonomi arasında bir uyum inşa etme çabasından alacak yeni bir iktisat stratejisi ile ülkemize hak ettiği refahın sağlanmasını umut ediyoruz.