İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran, Turizm Kongresi kapsamında bulunduğu Antalya’da ekonomiye ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Enflasyon konusunda düzelmenin başladığını ancak arzu edilen hızda gidemediğini vurgulayan Aran, “Enflasyonla mücadele konusunda çok başarılı bir ülke değiliz. Tersine, yüksek enflasyonla uzun yıllar yaşayabilen ve bunu da dert etmeyen bir ülkeyiz. Yüksek enflasyonla nasıl baş edeceğimize bakmaya daha yatkın bir genetiğimiz var” diye konuştu. Aran 2025 yılı için de faizin ve enflasyonun yarı yarıya düşmesi dileğini paylaştı.
‘ASGARİ ÜCRETLİ DE İŞVEREN DE DESTEKLENMELİ’
Asgari ücret konusunda masadaki tarafları aynı anda memnun edecek bir formül ve rakam bulmanın zor olduğunu vurgulayan Aran, asgari ücretlinin de işverenin de desteklenmesi gerektiğine işaret ederek “Kamunun imkanları ile oradaki oranın yanında ya işveren ya asgari ücretli ya da ikisi birden başka şekillerde desteklenmeli” diye konuştu.
Kira enflasyonuna da dikkat çeken Aran, “Ben de ev sahibinin istediği kirayı vermediğim için evden çıktım” dedi. Kendi çalışanlarını kira enflasyonu karşısında desteklediklerini anlatan Aran, “Belki kurumlar en azından beyaz yakalı çalışanlar için kiranın yüksek olduğu yerlerde sorunu bu şekilde çözebilir” önerisi yaptı.
‘TURİZMDE 5. OLMAK KIYMETLİ BİR BAŞARI’
Turizm sektöründeki gelişmeleri olumlu olarak değerlendiren Aran, “Dünyada ilk 3’e oynayan bir ülke konumuna gelebiliriz” dedi ve bunun için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı: “Yatırım ortamının daha iyi hale gelmesi gerekiyor. Şu anda o durumda değiliz. Turizmde 5. olmak çok kıymetli bir başarı.”
‘FİYAT İSTİKRARINI SAĞLAMAYA YÖNELİK BİR POLİTİKA BAŞLADI’
Aran’ın açıklamalarından başlıklar şöyle:
2024, çok hızlı geçti. Geçen sene 2024 yılı ile ilgili güzel şeyler söylediğim için eleştirilmiştim. Şu anda yaşadığımız tablo bir hayaldi. Kur seviyelerinin burada olacağını söylediğim zaman, böyle bir öngörüde bulunduğum zaman sanırım benden başka inanan yoktu. 2024 yılında hem kurdaki gelişme yanıltmadı hem yabancı para kredi ile turizm sektörünü destekleyebilmemiz yanıltmadı. Böyle bir yılda ne yaptığımızı, niye yaptığımızı ve nasıl bir bedel ödediğimizi çok iyi bilmemiz gerekiyor ki kıymetini de bilelim. Geçen sene 2024 yılına ilişkin umutlu olmamın ve 2024 yılını öngörebilir olmamın sebebi, Türkiye’de tekrar fiyat istikrarını sağlamaya yönelik bir politikanın başlamasıydı. Bu eleştirilebilir, bunun tabii ki yan etkileri olur, sorunları olur. Ama siz en azından fiyat istikrarı konusunda yapılan mücadelenin sonunu öngörerek kurda ne olacağını, faizin ne olacağını bilip pozisyonunuzu buna göre alabilirsiniz.
‘HER SENE KAR YILI OLMAYABİLİR’
Bunu bilmek demek karlılığın devam etmesi anlamına gelmez. Şu anda karlılıklar ciddi baskı altında ama her sene de kar etme yılı olmayabilir. Ticari hayatta bazı zamanlar vardır, sizin için işin dönmesi, ayakta kalması, eve ekmek girmeye devam etmesi önemlidir. Bazı zamanlar kar dönemidir. Kar işletmelerin büyümesi, verimliliği için önemlidir ama ülke olarak yanlış bir şeyler yaptıysak ve onu düzeltmek için yola çıktıysak, böyle dönemlerde düzelme olana kadar da tüm taraflar üzerine düşeni yapar. Bedeli ödeyip düzeldikten sonra tekrar işimize bakarız.
‘ENFLASYONU ÖZÜMSEYEN BİR GENETİĞİMİZ VAR’
Enflasyonla mücadele konusunda düzelme başladı. Arzu ettiğimiz hızda ve etkinlikte gidemedi. Çünkü enflasyonla mücadele konusunda çok başarılı bir ülke değiliz. Tersine, yüksek enflasyonla uzun yıllar yaşayabilen ve bunu da dert etmeyen bir ülkeyiz. O nedenle enflasyonla mücadele edip bir an evvel sonuç almaktan ziyade enflasyonu özümseyip yüksek enflasyonla nasıl baş edeceğimize bakmaya daha yatkın bir genetiğimiz var. O açıdan kolay gitmiyor. Ama buna rağmen geçen seneyle karşılaştırdığımızda yavaş da olsa sonuç alınabildiğini görmek bence 2024 yılının olumlu taraflarından biri.
Geçen sene, 2025 sonunda yüzde 42 enflasyon olur dediğimde -ki şimdi iki puanlık bir sapma ile yüzde 44 olacağını görüyorum- yüzde 85 enflasyonun olduğu bir dönemde bu hayalcilik olarak görülmüştü. Şimdi yüzde 44’te biteceği konusunda yavaş yavaş bir konsensus oluşmaya başladı.
‘BEDEL ÖDEMEYE DEVAM ETMEMİZ GEREKEN BİR NOKTADAYIZ’
Önümüzdeki yıl sonu için izlenen politikalar devam ederse yüzde 24 ve yüzde 26 arasındaki bir noktada enflasyonun bitebileceğini öngörüyorum. Arzu ettiğimiz nokta değildir ama 80 ile 90 ile de karşılaştırılmayacak bir noktadır. Bu yüzden yüzde 24-26’ya giden yolculuğun hala desteklenmesi, ülkede fiyat istikrarının tesisi için taraflar olarak bir bedel ödüyorsak o bedeli ödemeye devam etmemiz gereken ve herhangi bir şekilde geriye dönüş olarak algılanacak adımların da atılmaması gereken bir noktadayız.
ENFLASYONUN DA FAİZİN DE YARIYA İNMESİ NEFES ALDIRIR
İşlerimizin arzu ettiğimiz şekilde iyi gidebilmesi için mutlaka enflasyonun kontrolünü sağladığımız, Türkiye’de yüzde 17 olan enflasyonu yüzde 19 politika faizi ile yönetebildiğimiz noktalara dönmemiz gerek. O dönemde yüzde 19 olan politika faizini hiçbir şey gözetmeksizin indirerek yüzde 17’lik enflasyonu indireceğimizi düşündük. Ve bu yola öyle başladık. Bu da enflasyonun yüzde 85’e çıkmasına, kontrolü kaybetmeye ve 8 lira olan dolar kurunu bugünlere getirmeye vesile olan yolculuğu başlattı.
‘2025 İLE İLGİLİ UMUDUM FAİZİN VE ENFLASYONUN YARIYA DÜŞMESİ’
2025 ile ilgili olarak umudum, beklentim hem faizin hem de enflasyonun yarı yarıya düştüğü bir yıl olması… Aralık 2025’te faizin 50’den 25’e indiği, enflasyonun da 44’ten 22’ye indiği bir yolculuk. Bunun, hepimize nefes aldıracak bir süreç olacağına inanıyorum.
‘SADECE MANŞET ENFLASYONA BAKARARAK DEĞERLENDİRME YAPMAMAK LAZIM’
Enflasyonu sonuçta tek bir rakama indiriyoruz ama kira enflasyonu ayrı, turizmdeki enflasyon ayrı, restoranların enflasyonu ayrı, market enflasyonu ayrı. O yüzden hanehalkının harcamalarının ağırlığı süpermarkette ise oradaki gıda enflasyonuna bakıyor ve gıda enflasyonu onun beklediği seviyede olduğunda o da enflasyon beklentisini tutturuyor. O nedenle sadece manşet enflasyona bakarak değerlendirme yapmamak lazım.
‘FİYATLARIN DEĞİŞMEDİĞİ BİRKAÇ AY GEÇİRMEMİZ GEREKİYOR’
Maalesef enflasyonla mücadele konusunda vatandaşa güven veren bir geçmişimiz yok. Enflasyonla mücadele çok disiplinli, çok kararlılık isteyen bir alan. Vatandaş o kararlılığı görmediğinde ve yapılanlara, harcamalara baktığında, alınan kararlara baktığında, hangi kararların alınıp hangilerinin alınamadığını gördüğünde beklentisini değiştirmiyor. Ve beklenti değiştirilmezse de enflasyonda bir çıpalanma bir türlü gerçekleşmiyor. O yüzden beklentiyi değiştirmenin bence en kesin ve net yolu kararlı duruşunuzu devam ettirip beklentideki her türlü bozukluğa rağmen doğru olanı yapmaya devam etmek. Yoksa beklentiyi önceden değiştirme şansınız yok. Bizim iyi sonuçlara ihtiyacımız var. Enflasyonda fiyatlarının değişmediği birkaç ay geçirmemiz gerekiyor.
‘YÜZDE 10’LU SEVİYELER BAŞARI KABUL EDİLEBLİR’
Orta vadeli programa göre normalde 2026 sonunda bizim tek haneli enflasyon hedefine ulaşmamız gerekir. Gerçekleşmeler de yukarıda olduğu için bu yılı arzu ettiğimiz seviyenin üzerinde bitirdik. 2026 sonunda tek haneye gelme aslında bir sembol. Ben yüzde 10’lu seviyelerin, ‘bu işi bozduğumuz’ dediğim yüzde 15’lik bir enflasyonun bile Türkiye için bir kazanım olacağını düşünüyorum. Bir sene sonra 2026 sonunda yüzde 12’lik bir enflasyon bence program açısından ve bizim açımızdan başarılı kabul edilebilir ve o noktadan sonra pek çok şey dengeli olabiliyor.
‘TİCARİ DEĞİL, BİREYSEL TARAFTA BOZULMA GÖRÜYORUZ’
2024 yılında, kredi kartlarında çok ciddi bir şekilde NPL artışı görüyoruz. Geçen yıl sonuna göre ekim sonu itibarıyla kredi kartlarındaki donuk alacaklar yüzde 200 arttı. Bu çok net bir şekilde ücretli kesimdeki, maaşlı kesimdeki kredi bozulmasını gösteriyor. Ama buna karşılık ticari kredi tarafında artış yüzde 23 oldu, yıl boyu yaşanan enflasyona baktığınızda bu oran son derece makul görünüyor. Sorunlu alacak oranları da ticari tarafta 31 Aralık 2023’e göre daha aşağıya indi. O yüzden ticari tarafta henüz bozulma görmediğimiz, bozulmanın bireysel tarafta olduğu bir yıl yaşıyoruz.
‘BİREYSEL TARAFTA ALARM VEREN NOKTADAYIZ’
Ticari taraf bir önceki politikanın para biriktireni olduğu için 2024’te çok iyi kaldı ama 2025 yılında bu kadar iyi kalamaz. 2025 yılında onlar da genel sıkılaşmalardan nasibini alacaklar. Ama bireysel tarafta zaten alarm veren noktalardayız. Onun çok devam etmemesi gerekiyor. Onların da normalleşmesi gerekiyor.
2025 yıl sonunda bireysel ve ticari olmak üzere bankacılık sektöründe NPL oranı bireyselin yukarı çektiği, ticarinin aşağıda olduğu yüzde 2,5’luk bir ortalamada gerçekleşebilir. Şu anda bu oran yüzde 2’nin altında. Sadece bireysel taraf ise yüzde 3’e dayanmış durumda. 2025 sonunda bireysel taraf yüzde 7’ye de çıkabileceğini düşünüyorum. Bireysel kredi portföyü bizde ticari kredi portföyüne oranla az olduğu için, (yüzde 75 ticari yüzde 25 bireysel) genel kredi portföyünü bozmuyor.
ASGARİ ÜCRET: BU MASANIN BİR ORAN ÜZERİNDE UZLAŞMA İHTİMALİ YOK
Asgari ücret konusunda kendimi masada oturan taraflardan birinin yerine koyup, bu masada olsam ne olurdu diye sorduğumda cevap veremiyorum. Bu masanın bir oran üzerinde uzlaşma ihtimali yok. Asgari ücretli, sabit ücretli, emekli kesimi bu politikalardan dolayı çok örselendi. Gelir dağılımı çok bozuldu. Ciddi bir gelir dağılımı adaletsizliği ve ay sonunu getirememe problemi var. Böyle bir ortamda asgari ücretli kesimin beklentisini anlayabiliyorum.
Diğer tarafta rekabet etmek, çalışanlarına ücret verirken aynı zamanda işletmesini devam ettirmek isteyen işveren var. İçinde bulunduğumuz konjonktürden dolayı işverenin de rekabet gücü gittikçe zayıflıyor. Bu kolay bir denklem değil. O yüzden tek seferde ‘asgari ücret artış oranında şu oldu, herkes bunu kabul etsin’ diyerek kalkılabilecek bir masa değil. Mutlaka kamunun imkanları ile oradaki oranın yanında ya işveren ya asgari ücretli ya da ikisi birden başka şekillerde desteklenmeli. İçinde bulunduğumuz ortamda bir işletmenin rekabetçi olarak ayakta kalıp devam etmesi için üzerindeki yükler hafifletilmeli. Diğer tarafta da vatandaşın artık daha iyi hissedeceği şekilde ücretin yanında ne gibi ihtiyaçlar varsa kira, eğitim, diğer sosyal harcamalar gibi konularla beraber asgari ücret ele alınmalı. Öteki türlü asgari ücret sorusuna cevap veren herkes bir tarafın kalbini kırmış olur.
‘EV SAHİBİNİN İSTEDİĞİ KİRAYI VERMEDİĞİM İÇİN EVDEN ÇIKTIM’
Bu, şu anda Türkiye’nin çok büyük bir kısmının temel sorunu. Milyonlarca insan bir sonraki kira yılı geldiğinde ‘ev sahibiyle ne konuşacağım’ kaygısıyla yaşıyor. Ben de ev sahibi-kiracı ilişkisinde ev sahibinin istediği kirayı vermediğim için evden çıktım. Maaşların artık en az yarısı kiraya gidiyor. Şanslıysa dörtte birinin de gitme ihtimali var. Yarısı derken de şunu kastediyorum; çalıştığı yerde, mahallelerde değil oradan çıkıp biraz daha yol masrafına katlandığı, daha uzak noktalara gittiğinde bu böyle oluyor. Çünkü insanların artık eskiden oturduğu yerlerde oturmaya devam etme imkanı kalmadı. Bu çok önemli bir husus. Beyaz yakalılar şehir merkezlerinin dışına çıkmak durumunda kalıyor. Kiranın çok önemli bir gider kalemi olması, kira enflasyonu insanların enflasyon beklentilerini de bozan şey.
‘ÜCRET ARTIŞINI KİRA ENFLASYONUYLA BAŞ EDEBİLECEK ŞEKİLDE YAPIYORUZ’
Ev sahipliği oranı ve insanların oturabileceği yerdeki bir evin kira artışını da dikkate alarak enflasyonun çok üzerinde ücret artışları yaparak aslında bilançomuzu da zora sokarak burada bir tercihte bulunuyoruz. İş Bankası’nın personel giderlerindeki artış oranına bakın. Burada çalışandan yana böyle bir sosyal sorunu yaşamamak, çalışanlarımıza hissettirmemek adına aslında bir tercihte bulunduk. Ücret artışlarını enflasyonun fevkinde ve kira enflasyonuyla baş edebileceği şekilde yapıyoruz. Doğu’da, Güneydoğu’da çalışan arkadaşlarımızın kira sorununu konut yaparak çözmeye çalışıyoruz. Özellikle depremden sonra sağlıklı konut imkanı olmadığını ve konut fiyatlarının çok arttığını gördüğümüz Malatya, Adıyaman, Antakya, İskenderun, Maraş illerini kapsayan bölgede arsalar alıp konut inşaatına başladık. Çünkü o bölgelerde arkadaşlarımız eve çıkmak isterse de zaten çıkacakları sağlam ev bulamıyorlar. O nedenle ilk önceliğimizi deprem bölgesine verdik. Belki kurumlar en azından beyaz yakalı çalışanlar için kiranın yüksek olduğu yerlerde sorunu bu şekilde çözebilirler. Öteki türlü kiradan dolayı çalışma arkadaşlarımıza hak ettikleri bir yaşamı sunma şansımız zayıflıyor. Kira söz konusu olduğunda çalışan kişi kendi evinde değilse bu maalesef ciddi bir sorun.
‘FAİZ BİZİM BELİRLEDİĞİMİZ BİR ŞEY DEĞİL’
Faiz… Faiz bizim belirlediğimiz bir şey değil. Uygun faizli konut kredisi deniliyor. Mesela şu anda yüzde 0,90 faizle konut kredisi kampanyası yapıyorum dediğim zaman ‘kimin parasını kime veriyorsun’ derler. Ben yüzde 50 faizle borçlanıyorsam bunu nasıl kullandırabilirsiniz? Bulduğunuz kaynağın maliyeti belli. Bankalar aracılık eden kurumlardır. Ekonomide tasarruflarla, fon sahipleriyle onlardan ne kadara borçlanabiliyorsam, parayı ne kadara alabiliyorsam ona uygun maliyetle en doğru alanda kullandırarak ekonomiye katkı sağlarım. Bizim gerçekten kolaycılığa kaçmadan sabırla doğru olan adımları atmamız, bunları anlatabilmemiz gerekiyor.
KÜÇÜK İŞLETMELER LİKİDİTE SIKIŞIKLIĞINDAN NASİBİNİ ALABİLİR
Sanayi sektöründe özellikle küçük ölçekli işletmeler nakit akışını yönetmede biraz daha zorlanabilir. Sanayide üretim yapan küçük işletmeler likidite sıkışıklığından nasibini alabilirler. Hane halkının daha iyi olduğunda tasarruftan bahsetmek, tasarrufu özendirmek daha kolay. Ama hane halkının zaten borçluluktan dolayı zorlandığı bir dönemde tasarruf dediğinizde tepki çekme olasılığı yüksektir. Bizim üreten, tasarruflarını arttıran bir ülke olmamız, tüketim konusunda daha dikkatli davranmamız konusunda iğneyi başkasına batırırken çuvaldızı kendimize batırmamız, önce kendimizden başlamamız gerekiyor.
‘2025’TE KONUT KREDİSİNDE BEKLEDİĞİMİZ FAİZLERİ GÖREMEYİZ’
2025’te konut kredisinde beklediğimiz faizleri göremeyiz. 2025, böyle bir yıl değil. Konut kredilerinde fiyatı etkileyecek bir faiz, yüzde 1’in etrafında olan faiz oluyor. Genellikle aylık yüzde 1 seviyesindeki bir konut kredisi faizi konut fiyatlarını etkilemeye başlıyor. Onun dışında şu anda aylık faiz seviyeleri ne kadar düşerse düşsün konut kredisi için cazip değil. Ve öyle bir etkisi de olmayacaktır.
‘BAŞARI SOSYAL BOYUTUYLA BERABER GELMELİ’
Türkiye’nin 1,3 trilyon dolar ekonomik büyüklüğü var. 1,3 trilyon dolar ekonomik büyüklüğümüzle bir hikaye yazmak istersek yazabileceğimiz çok fazla hikayemiz ve çok fazla potansiyelimiz var. İki şey yapabiliriz. Bir; 1,3 trilyon doları daha adilce paylaşabiliriz. İki; 1,3 trilyon doları 2 trilyon dolara çıkarabiliriz. Burada doğrudan milli geliri arttırmanın değil, milli gelirin nasıl dağıldığı ve Türkiye’deki gini katsayısını bizim nasıl düşürdüğümüz kısmının daha önemli olduğunu düşünüyorum. İçeride bir politikanın başarısından bahsetmek istiyorsak bunu yapmalıyız. Sadece rakamlar üzerinden, enflasyondaki iniş, faizlerdeki iniş gibi şeylerle siz o politikayı taçlandıramazsınız. O nedenle başarının mutlaka sosyal boyutuyla beraber gelmesi gerekiyor.
‘DOĞRU YOLDAYIZ’
Şu anda ‘bütçe nereye gidiyor’ konusunu konuşmamız için bütçenin de içini doldurmamız gerekiyor. Umutlu ve mutlu olduğum taraf, izlediğimiz politika Merkez Bankası rezervlerini arttırıyor. İzlediğimiz politikada enflasyonun gelir dağılımı adaletsizliğini bozma düzeyini azaltıyoruz. En azından enflasyonu düşürerek daha düşük bir hızda bozulmasını sağlıyoruz. Bize zaman kazandırıyor. Eğer konuştuğumuz şey, kamu harcamalarını disiplin altına almak, enflasyonu düşürmekse şu anda o yapılıyor. O yüzden ben ‘doğru yoldayız’ diyorum. Sırayla olacak. Bunun yanına serpiştirilerek güç kazandıkça, kamu maliyesinde ilave alan yaratıldıkça onun artık doğru alanlara kaydırılması gerekiyor.
‘EN BÜYÜK RİSK JEOPOLİTİK SORUNLAR’
Biz kendi iç dengelerimizi kurmaya çalışırken dışarıda kontrolümüzde olmayan, çok büyük savaşa dönüşebilecek jeopolitik sorunların en büyük riskimiz olduğunu düşünüyorum. Yoksa ekonomiyle ilgili olarak zaten tüm risklerin farkındayız. Onu da bir sıraya koyduk. O sırayla yönetiyoruz. İçeride içsel bir risk görmüyorum. Ama dışarıdan oldukça fazla riske açık olduğumuzu düşünüyorum.
‘TURİZMDE 60 MİLYAR DOLARLIK GELİR SEVİYESİNİN KIYMETİNİ BİLMEMİZ GEREK’
Arada ne oldu bitti dendiğinde gelişmiş bir ülke vatandaşı bunu anlamakta zorlanabilir. Ama biz şunu biliyoruz. Buradaki mevcut olanı bozduk sonra tekrar yerine getirdik. Konuşacağımız şeyler o noktaya geldikten sonra olabilir. O yüzden şu anda ekonomiye dair beklentilerimiz karşılanmadığında, sorunlar yaşadığımızda, turizm sektörüne arzu ettiğimiz desteği veremediğimizde, piyasada bir şeyler yaşandığında bunun nedeni bozulan denge noktasına henüz gelememiş olmamız. Ve o noktaya gelene kadar da maalesef bu imkanlardan mahrum olduğumuzun bilinmesi gerekiyor. O noktaya geldikten sonra tekrar büyümeyi, reformları, ülkenin potansiyelinden nasıl daha fazla yararlanılabileceğimizi, turizmin nasıl desteklenebileceğini, turizm sektörünün nasıl 100 milyar dolara gelebileceğini çok daha farklı şekilde konuşabiliriz. Ama şu anda bu kadar sıkı bir konjonktürde turizmde elde edeceğimiz sene sonundaki 60 milyar dolarlık gelir seviyesinin kıymetini bilmemiz gerekiyor.
‘TURİZMDE DÜNYADA İLK ÜÇE OYNAYABİLİRİZ’
Turizmin tüm zorluklara rağmen yolundan vazgeçmemiş olması, hem turist sayısı açısından hem turizm geliri açısından hem de ekonomiye katkı anlamında yerinde duruyor olması, hatta mevcut konjonktürde ilk defa ilk 5 ülke arasına girmiş olmamız, turizmde bundan önce yapılanların ne kadar kıymetli olduğunu, sektör stres testinden geçerken de o kazanımların bizim için nasıl kalıcı kazanımlar olduğunu göstermesi açısından kıymetli. Hele bir de bunun üzerine güzel yatırım imkanları bulur, yenilemeleri yapar, sürdürülebilirlik konusundaki dönüşüme kaynak ayırabilirsek, dünyada belki ilk 3’e oynayan bir ülke konumuna gelebiliriz. Ama bunun için yatırım ortamının daha iyi hale gelmesi gerekiyor. Şu anda o durumda değiliz. Turizmde 5. olmak çok kıymetli bir başarı.
Bu zorluklar içerisinde sektör ve bankalar olarak zorluğu paylaşıyor olmamız, herhangi bir noktada ödeme zorluğu içerisine düşülmüşse bunun yeniden yapılandırılabiliyor olması, vadelerin uzatılabiliyor olması ve zor dönem geçildiğinde gelecek daha rahat döneme hazırlık yapılabiliyor olması bence hem turizm sektörünün hem de bankacılığın gücünü göstermesi hem de iki tarafın birbirine olan güvenini ortaya koyması açısından kıymetli. Çünkü ancak güvenen taraflar bu tür yapılandırmaları çok rahatlıkla yapabilirler. Taraflar birbirine güvenmediği zaman borçların yapılandırılması yerine takibe alınması söz konusu olur. Turizm sektörünün de bankacılık sektörünün de böyle bir şeye ihtiyacı yok ve kötü giden şeyleri yönetme gücü var.
‘2025’TE BAKİYEYİ 2 MİLYAR DOLARA ÇIKARACAĞIZ’
2024 yılında kredi büyümelerine çok ciddi sınırlamalar geldi ve kredi büyümeleri bankalar için sınırlandırıldı. Bu sınırlamalar dahilinde biz geçen sene bu konuşmayı yaparken önümüzdeki 2 yıl için turizm sektörüne verdiğimiz 1 milyar dolarlık kredi bakiyemizi 2 milyar dolara çıkartacağımızı, 1 milyar dolar arttıracağımızı söylemiştim. 2024 yılında biz o kısıtlarla 1,5 milyar doları geçtik. 1 milyar 570 milyon dolara geldik. Dolayısıyla turizm sektörüne verdiğimiz taahhüdü yerine getirdik. 2025’de de devam edeceğiz ve bakiyeyi 2 milyar dolara çıkarmakta kararlıyız. Kısıtlarda tercihimizi turizmden yana kullanıyoruz.
100. YIL…
Bir Cumhuriyet kurumu olarak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Türkler bankacılık yapamaz’ dediği ortamda kurduğu, 37 Türk genciyle başlayan yolculukta özel sektör arasında lider bir banka haline gelmek, bugün ülkemiz için kritik olan sektörlere arzu ettiğimiz desteği verebilmek 100. yılımızın temasına uygun diye düşünüyorum.
(EKONOMİ SERVİSİ)