İsmail Pehlivan
“Beni hor görme gardaşım
Sen altınsın, ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün, ben sac mıyım? ”
Aşık Veysel Şatıroğlu
Devletin dini olur mu? Devletin dini olacaksa o da mutlaka adalet olmalı!
Cumhuriyetin laiklik ve eşit yurttaşlık ilkesi devletin dininin ve mezhebinin olamayacağına hükmeder.
İnanma veya inanmama hakkı, devlete değil; kişiye ait evrensel bir insan hakkıdır. Bu temel insan hakkı “dinsizliğe” neden olmadan; gerçek anlamda din, vicdan, inanç ve düşünce özgürlüğüne dayanır.
Laik, demokratik devletin görevleri arasında dini yönetmek ve yönlendirmek yoktur. Laik devlet, dindar yurttaş ya da mezhep üretemez. Kimin nasıl ibadet edeceğini ve oruç tutacağını yurttaşına dayatamaz. İbadet yeri yapamaz; dini kurumları finanse edemez!
Alevi olsun, Sünni olsun, Hıristiyan olsun, Musevi olsun; tüm inanç sahipleri kendi ibadetini gerçekleştireceği mabetlerini yapmakla ve finanse etmekle yükümlüdür.
Laik devletin din bütçesi de olamaz. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) üzerinden bir mezhebi finanse edemez. Alevi’den, Sünni’den, Hıristiyan’dan, Musevi’den ve seküler kesimden topladığı vergileri, koruyup, kolladığı mezhebin kurumlarına aktaramaz. Daha doğrusu devlet yurttaşlarının dini ihtiyaçlarını yerine getirmesi için hazineden pay veremez.
Çoğulcu demokrasi ile yönetilen bir ülkede devlet, yurttaşlarından aldığı vergileri, onların eğitim, sağlık, barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamak için kullanmak zorundadır.
Devletin tek dinci, tek mezhepçi Diyanet kurumu ile yasalarla yasaklanmış olan tarikat ve cemaatler; hukuk dışı, din dışı davranmaktadır. Bu yapılar helal olmayan ve hak etmedikleri tüyü bitmemiş yetimin hakkına çökmüş durumdalar.
Oysa tanıdığımız dindar Sünniler, “helal” tüketirler!
Milli Eğitim Bakanlığı’nın son yıllarda irticacı tarikat, cemaat ve ülkücü yapılarla protokol imzalayıp, işbirliği yapması büyük bir sorun olarak toplumsal yapıları tedirgin etmektedir. Dinileştirilen eğitim politikası ile laik demokratik eğitim terk edilmiş, çağdaş bilimin ışığında nesillerin yetiştirilmesi rafa kaldırılmıştır.
AKP iktidarı ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda olduğu gibi, eğitim alanını da kendi ideolojisine uygun siyasal İslamcılığa göre şekillendirmektedir. Son olarak Ülkü Ocakları ile yaptığı protokol bardağı taşıran damla niteliğindedir.
Milli Eğitim Bakanlığı, cumhuriyetin okullarında dini eğitim yoluyla Alevi çocuklarını asimile ederek Sünnileştirmektedir. ÇEDES uygulaması ile ilkokul çağındaki çocuklarımızın psikolojilerini çağ dışı dini ritüellerle alt üst etmektedir.
Özellikle eğitim alanında devreye sokulmuş dinselleştirme ve gericileştirme projelerinin hızı ve sayısı her geçen gün artmaktadır. “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” başlığı altında çocuklarımıza dayatılan ÇEDES projesi, mezhepçi dinselleştirme faaliyetleriyle ‘Değerler Eğitimi’ kisvesi altında okul öncesinden başlatılmış, okullarımız camiye dönüştürülmüştür.
ÇEDES projesi kapsamında yapay Kabe, yapay mezar yaptırılarak, okullarda uydurma törenlerle körpe yavrularımızın ruh halini bozmaktadır.
Bu iktidar biat ve şükür pedagojisi ile dindar ve kindar bir nesil yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bu anlayışını da “evrensel değerlere”, “çocuk haklarına” ve “laikliğe” karşı durarak, ısrarla sürdürmektedirler.
AKP-MHP iktidarının Siyasal İslamcı bir projesi olan ÇEDES, farklılıkların asimilasyonunu, dinselleştirilmesini, tektipleştirilmesini ve kendi dinci nesillerini yetiştirmekten başkaca “değer” taşımamaktadır. Cami imamlarını okullara atayarak, müfredatı uhrevileştirerek ve okulları camileştirerek, eleştirel akla, laikliğe ve bilimsel eğitime karşı dinci barikat örmektedir.
Aleni olarak cumhuriyetin kuruluş ilkesi olan laiklik yok sayılmaktadır.
Bir mezhebin kurumsallaştırılarak kollanıp finanse edilmesi, diğer inançların ötekileştirilmesi ve düşmanlaştırılması insan haklarına aykırıdır ve kabul edilemez.
Aleviler, devletin Emevi İslamiyetçiliğine dayalı mezhepçiliğe karşı, herkesin inanma ve inanmama hakkına dayalı bir anlayışla özgürce yaşamasını savunmaktadır.
Aleviler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın din eğitimi yoluyla Alevi çocuklarını asimile ederek Sünnileştirmesine karşı devleti laiklik ilkesine uyması konusunda göreve çağırmaktadır.
12 Eylül 1980 faşist darbecilerinin kararıyla devletin din ve millet tasarımını oluşturan ve millete dayatılan Türk İslam Sentezi ideolojisi, dine dayalı devlet ve millet tezini kutsamaktadır. Siyasal İslamcılık, devletin ideolojisi haline getirilmiştir. Bu durum yurttaşlık hakkını savunan laik ve demokratik cumhuriyetin temeline dinamit koymaktadır.
Taziye
Sevgili Murtaza Demir, dünyasını değiştirdi. Hakk Muhammed Ali yolunun bir neferi olarak 40 yıldır faşizme, irticacı-selefi siyasi iktidarın haksızlıklarına, ayrımcılığa ve asimilasyona karşı mücadele bayrağını yere düşürmemiştir. Kendisi hakkında açılan onlarca davada Anadolu Alevi yolu ve öğretisinin yol önderleri gibi savunmalar yaparak, haklılıktan ve doğruluktan ayrılmayan bir kanaat önderidir.
Murtaza ağabey, ululara, velilere, evliyalara, yol önderlerimize mihman oldu.
Saygıyla anıyorum.