CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 12 Eylül 1980 darbesinde yaşı büyütülerek idama mahkum edilen Erdal Eren’i ölümünün 44’üncü yılında resmi ”X” hesabından yaptığı paylaşımla aandı.
Özel, ”12 Eylül karanlığında yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren’in tam bağımsız Türkiye hayalini unutmayacağız” ifadesini kullandı.
ERDAL EREN KİMDİR
25 Eylül 1964 Şebinkarahisar’da doğdu.
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisiydi.
Yoldaşı ve ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in, MHP’li bir vekilin koruması tarafından öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980’de düzenlenen gösteride gözaltına alındı. Erdal Eren olayın yaşandığı tarihte henüz 16 yaşını bile bitirmemişti.
Gösteri esnasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı. Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi” diyerek, tek kanıt sunmadan ölüme gönderdiği devrimci gençlerden biri oldu.
İdam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a “Avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söyledi.
17 olan yaşı bir gün içinde 18 olarak büyütüldü ve Milli Güvenlik Konseyi kararını hemen verdi.
Erdal Eren, 13 Aralık 1980’de idam edildi.
ANNESİNE YAZDIĞI MEKTUP
Erdal Eren’in ölüm yıldönümünde annesine yazdığı mektup bir kez daha akıllara geldi. O mektup şöyle:
“10. 4. 1980 Perşembe.
Sevgili Anneciğim!
Uzun zamandır mektup yazamadım. Kusura bakma.
Ancak Salı günkü Demokrat Gazetesi’nde yayınlanan bir devrimcinin mektubu cezaevindeki tüm devrimcilerin yaşamlarını, duygularını yansıttığından bu mektubu size gönderiyorum.
Mektup şöyle:
Ana!..
Neden mi burdayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında?
“O sözler ki kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız.”
Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor.
Aksine, bu duygu beni daha biliyor, daha hırçınlaştırıyor, bir yerlerden uzaklaştırıyor, bir yerlere yakınlaştırıyor. “Ne yapmalı?” “Nasıl savaşmalı?” sorusuna cevaplar arıyorum günlerce.
Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken.
Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz.
Omuz, omuza, bir birinden güç alarak, bir birine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.
Biz karşımızdakiler gibi bir avuç değiliz. Biz halkız. Bak sana bizden olanları iyiyi, güzeli, haklarını isteyenleri sayayım. Ben varım, babam var, sen varsın, kardeşlerim var, ablam bacım var, sonra köydeki dayılarım, şehirdeki amcalarım ve onların akrabaları, komşuları var, onların arkadaşları, onların oğulları, kızları, benim okul arkadaşlarım, onların arkadaşları, onların akrabaları, amcaları, dayıları var ve yine onların… saymakla bitiremeyeceğim kadarız biz.
Gördün mü ak saçlı boncuk gözlü anacığım saymakla bitiremiyorum. Yeter ki omuz verelim birbirimize. Yeter ki destek olalım ortak mücadelemizde.
Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol.
Sana ve soranlara devrimci selamlar.
Anne. Benim anlatmak istediklerimin hemen, hemen hepsi bu mektupta var. Bu da cezaevindeki tüm devrimcilerin düşüncelerinin, yaşamlarının ve mücadelelerinin aynı olduğunu gösterir.
Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz.
Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. Ellerinizden öperim.
Erdal”