Samsun‘da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından yapılan incelemelerde 2 bin 171 bina riskli yapı olarak tespit edildi.
6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu kapsamında yürütülen çalışmalar sonucunda bu binalarda toplam 6 bin 46 bağımsız bölüm olduğu belirlendi.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Çetin, riskli yapıların tespitinin can ve mal güvenliği açısından büyük önem taşıdığını belirterek şöyle konuştu:
“Bu planlarda, yapıların yapısal durumu, kullanılan malzemeler, taşıyıcı sistemlerin yeterliliği, zemin koşulları, yaşı ve planlama süreçlerindeki etkiler değerlendirilmektedir. Bu kapsamda, riskli yapıların tespiti ve bu yöndeki çalışmalar, yapı güvenliğinin artırılması ve kentlerin afetlere karşı dirençli hale getirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Riskli yapıların tespit süreci, can ve mal güvenliğini sağlamak ve deprem veya diğer afetlerde oluşabilecek kayıpları önlemek amacıyla yürütülmektedir. Riskli yapıların belirlenmesi, sadece bireylerin değil aynı zamanda toplumsal güvenliğin sağlanmasının da bir parçasıdır. Bu süreç ilgili yönetmelikler ve hükümlere göre, riskli binalardaki mülk sahiplerine 18 ay, kiracılara ise 2 ay kira yardımı yapılmaktadır. Samsun’daki riskli yapıların hızlı ve sağlıklı bir şekilde yenilenmesi hem sosyal hem de kentsel yapının sağlıklı bir dönüşüm geçirmesi için hedeflenmektedir. Bu bağlamda, dönüşüm süreçlerinin planlı ve etkili bir şekilde yürütülmesi amaçlanmaktadır.”
Samsun’un Kuzey Anadolu Fay Hattı‘na yakın olduğunu hatırlatan Çetin, düşük ya da orta seviyede deprem riski olsa da riskli yapıların göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguladı Çetin şöyle konuştu:
“Riskli yapılarda, yapının taşıyıcı sistemlerindeki yetersizlikler, kolonlardaki deformasyonlar ve zamanla yıpranan yapı malzemeleri, yapısal bütünlüğü zayıflatarak ani göçmelere (çökmelere) yol açabilir. Özellikle yapının kullanım ömrü dolduğunda yapının taşıyıcı sistemindeki deformasyonlar ve zemin özelliklerindeki bozulmalar, göçme riskini daha da yükseltmektedir.”
“AĞIR SONUÇLARA YOL AÇAR”
“Zemin etüdünün düzgün yapılmaması, ilerleyen zamanda zeminde kayma, sıvılaşma gibi sorunlara sebep olabilir. Bu etkiler yapının taşıyıcı sisteminde büyük zorlanmalara sebep olur ve bu zorlanmalar taşıyıcı elemanlarda deformasyonlara yol açar. Bunun sonucunda yapı elemanlarında oluşan çatlaklar sebebiyle kolonlarda korozyon, donatı demirlerinde ise paslanmalar oluşur. Ayrıca malzemelerin bozulmasına ve yapının çürümesine yol açar. Bu olumsuzluklar, belirli bir süre sonunda yapıyı göçme aşamasına getirir. Bu tehlikelerin önüne geçmek için riskli yapıların tespiti büyük önem taşımaktadır. Güvenli yaşam alanlarının oluşturulması sadece bireysel değil toplumsal bir sorumluluktur. Riskli yapıların belirlenmesi, gelecekte meydana gelebilecek can ve mal kayıplarını önlemek açısından kritik bir adımdır. Bu tür yapılarda yaşamaya devam edilmesi, olası afetlerde ağır sonuçlara yol açabileceğinden, riskli yapıların kullanılmaması için gereken özenin gösterilmesi gerektiği vurgulanabilir.”
“EN AKTİF VE TEHLİKELİ FAY HATLARINDAN BİRİSİ”
“Kuzey Anadolu Fay Hattı Türkiye’nin en aktif ve tehlikeli fay hatlarından birisi fakat Samsun’un merkezinden doğrudan geçmemektedir. Samsun, Kuzey Anadolu Fay Hattı’na nispeten yakın bir konumda yer almaktadır. Bu sebeple şehir deprem riski açısından düşük ila orta riskli bir bölge olarak değerlendirilmektedir. Fakat deprem riskinin düşük olması yapıların tamamen güvende olduğu anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda depremin şiddetinin düşük veya yüksek olmasına bakılmaksızın riskli yapıların taşıdığı tehlikeler göz ardı edilmemelidir. Yapıların taşıyıcı sistemlerinin yetersizliği, zemin özellikleri, iklim koşulları ve diğer yapısal problemler risk faktörlerini arttırarak riskli yapılarda tehlike oluşturur. Bu riskli yapılar ani göçmelere sebep olacağı için bu bağlamda gerekli önlemlerin alınması gerektiği düşünülmektedir. Yapıların güvenli ve yönetmeliklere uygun şekilde yapılması hayati önem taşıdığı ifade edilebilir. Hem ekonomik anlamda hem de can kaybının önlenmesi anlamında bu yapıların güçlendirilmesi ve dirençli bir kent yapısının oluşturulması gerektiği düşünülmektedir.”