‘Yalnızlıktan korkmadım ama bataklığın içine çekilmeye de razı olmadım…’

Deniz Mat Artun, dili ve kurgusuyla şaşırtan, bir o kadar da yepyeni yollar açan bir ilk kitapla okurlarının karşısına çıktı: Son Yüzyılın En Parlak Yazarı. Mat Artun, bu kitabıyla bireysel ve toplumsal anlamda yalnızlık çeken kadınların hayatlarından portreler sunuyor. Kitaptaki on iki öykü her ne kadar birbirinden ayrı olsa da bir bütün olarak okunduğunda kadın hikâyelerinden oluşan koca bir roman olarak beliriyor gözümüzde. Bu kadınlık hallerinden yola çıkarak Deniz Mat Artun’la keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik:

Kitabınızdaki öyküler, ölümün eşiğinde ancak bir yanıyla da hayata tutunmaya çalışan kadın karakterlerden oluşuyor. Bu karanlık, ama bir o kadar da güçlü atmosferi yaratırken hangi temalar üzerinden ilerlemeyi tercih ettiniz? Karakterlerin içsel çatışmaları, dış dünyayla kurdukları ilişkiyi nasıl şekillendiriyor?

İçimizdeki çatışmalar dış dünyayla ilişkimizi şekillendiren en önemli etken aslında. Ne kadar barıştıysak kim olduğumuzla ya da ne kadar eminsek gideceğimiz yoldan, o kadar sağlam atıyoruz adımlarımızı. Tam tersi durumda da bir o kadar ürkeğiz, içimizdeki kavgalara hapsolup bir adım atamayacak hale geliyoruz. Pandemi döneminde sokağa çıkmaktan korkar hale gelmemiz gibi örneğin. Karakterlerimin içsel çatışmaları, onları hem dünyadan hem de kendilerinden yabancılaştıran bir güç oluşturuyor. Kimi zaman çevrelerinden gelen baskılarla, kimi zaman da kendi içsel savaşlarıyla baş etmek zorunda kalıyorlar.

Son Yüzyılın En Parlak Yazarı, Deniz Mat Artun, 78 syf., SRC Kitap, 2024

Kitaptaki öykülerin çoğu yeni anne olduğum dönemde yazıldı; üzerlerine süt kokusu sinmiş, gözlerinin altı uykusuzluktan morarmış, yalnız ve çare arayan öyküler bu yüzden. Geriye kalan öyküler de pandemi döneminde, eve kapanmış korkuyla, merakla haberleri izlediğimiz dönemde ortaya çıktılar. Bu karanlık hava, hem pandeminin hem de yeni anne olmuşluğun tekinsizliği öykülerimin üzerine sindi.

Öykülerdeki dilin zaman zaman sarsıcı ve alışılmadık yapıları, okuru sürekli bir şaşkınlık haliyle karşı karşıya bırakıyor. Dilin yapısal özelliklerinin, öykülerin temasını güçlendirdiğini düşünüyor musunuz?

Evet, kesinlikle. Bazen alışılmadık ve sarsıcı dil kullanımı, öykülerimin temalarına derinlik katıyor; okuru sadece hikayenin içine çekmekle kalmıyor, aynı zamanda onları düşündürmeye, şaşırtmaya ve beklenmedik duygusal yolculuklara çıkarmaya da yardımcı oluyor. Dil, öykülerin ruhunu taşıyor; karışık cümle yapıları veya alışılmadık sözcük seçimleri, anlatmak istediğim dünyayı daha gerçek kılabiliyor. Bu tür dil kullanımları, öykülerimdeki temaların içindeki karmaşıklığı ve çok katmanlılığı vurguluyor, okura her şeyin göründüğü gibi olmadığını, her kelimenin bir anlam taşıdığını hatırlatıyor.

“Son Yüzyılın En Parlak Yazarı” ifadesi, ironik ve tedirgin edici bir anlam da içeriyor. Buradan baktığımızda kitap isminin edebiyat dünyasına bir eleştiri olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa toplumun genel bir portresini mi yansıtıyor?

Bu öyküyü yazarken öfke ve hayalkırıklığı hissettiğimi anımsıyorum. Hem iş hayatında hem de edebiyat dünyasında kadınların hep birkaç adım geriye itildiği, özellikle anne olduktan sonra artık önceliklerinin farklılaştığı imalarıyla önlerinin kesildiği pek çok alan var. Anne olunca zaman yönetiminiz daha yaratıcı olmak zorunda, daha farklı çözümler bularak bir gün içerisine yapılacak işleri sığdırmaya çalışıyorsunuz. Dışarıdan destek almak zorlaştıkça anneler de yalnızlaşıyor. İlgi bekleyen bir çocuk, bitirilmesi gereken ev işleri var bir yanda; diğer yanda da anne olmadan önce binbir emekle büyüttüğünüz kendiniz, yaşam yolunuz, kariyeriniz, hayalleriniz. Anne olunca kim olduğumuzu, bu hayatı nasıl inşa ettiğimizi, hangi yollardan geçip hangi duraklarda beklediğimizi unutmamız bekleniyor. Bu karanlık yerden bakınca da yeni duraklar belirlemek, yeni rotalar çizmek imkansızmış gibi geliyor. Kadınlar için işler bu denli zorlaşırken erkeklerin günlük konforlarından vazgeçmeden işlerine, hobilerine özgürce vakit ayırmaları; diğer tarafta yaşanan koşturmacadan bu denli bihaber olmaları beni rahatsız ediyor.

Öykülerinizde, karakterlerin hem kendi içsel dünyasında hem de toplumsal bağlamda yaşadığı yabancılaşmayı ve yalnızlığı derinlemesine işliyorsunuz. Sizce bu yabancılaşma ve boşluk hissi, modern dünyada bireylerin yaşadığı bir tür evrensel deneyime mi işaret ediyor? Kitapta bu deneyimle yüzleşmenin yolu nedir?

Yalnızlık ve yabancılaşma hepimizin hayatına sızan, bir şekilde kendisini hissettiren temalar. Modern dünyada sürekli bir koşuşturma halindeyiz ama aslında neyin peşinde olduğumuzu pek bilmiyoruz. Özellikle pandemi dönemi, ne için koşturduğumuzu, ne işe yaradığımızı, nereye gitmek istediğimizi bilmediğimizi yüzümüze vurdu. Benim için pandemi dönemi ve sonrası etrafımdaki insanların azaldığı, evden çalıştığım ve en basit günlük sohbetleri bile özlediğim bir süreç oldu. Ne kadar yalnızlaştığımı fark ettim. Bu da yalnız karakterler doğurmama, onları yalnızlıklarıyla yüzleştirmeme sebep oldu. Yüzleştikleri noktada hep daha karanlık bir çözüme koşuyorlar hevesle. Bu biraz da pandemi ve sonrasının yarattığı karanlık atmosferin etkisinden kaynaklanıyor. İzole edilmişliğin etkisini üzerimizden atabildik mi? Yalnız geçen ayların ardından eskisi gibi rahat sosyalleşebiliyor muyuz, yoksa öylesine bir sohbeti sürdürebilmek bile zor gelmeye mi başladı? Ben zorlanan taraftayım, bu yüzden karakterlerim de derin, çok derin bir yalnızlık duygusunun içinde sürüklenip duruyorlar. Dünyaya yabancılar, hiçbir şey olmamış gibi geçip giden kalabalığa yabancı, tanımayan gözlerle bakıyorlar.

Bununla başa çıkmak, yüzleşebilmek için ne yapabiliriz? Benim bulduğum çözüm yalnızlıktan keyif almayı öğrenmek oldu. Bir yandan da yeni sosyalleşme olanakları arayıp sınırlarımı genişletmenin benim için kurtarıcı olabileceğini fark ettim. Yalnızlıktan kaçmadım, ama bir bataklığa düşmüş gibi tamamen içine çekilmeye de razı olmadım.

Okurlarınızı bekleyen yeni öyküleriniz var mı?

Daha aydınlık ve umutlu öyküler yazmaya çalışıyorum bu aralar. Sınırlarımı zorlamaya, farklı yerlere bakıp daha önce karşılaşmadığım karakterleri görmeye uğraşıyorum. Yaşadığım yer, Umman, bu konuda beni oldukça besliyor; uzak ve farklı bir coğrafyada daha keyifli öyküler kurgulamaya çalışıyorum bu sayede.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir