Güzellik uğruna ne kadar ileri gidebiliriz

The Substance/Cevher
Buradan da bir mesaj alınmazsa, sinema ne yapsın?

Sonsuz gençlik vaadeden bir teklifle karşılaşan Elisabeth’in hikayesini anlatan ve “iğrenç derecede güzel bir film” olarak adlandırılan korku, gerilim, bilim kurgu filmi The Substance Demi Moore’a sonsuz gençlik değil ama sonsuz mutluluk getirdi.

Güzel ve genç kalmaya çalışmak bir lanet olabilr mi? Bal gibi oldu bile. Sistem bizi bizden etti niayet.

Güzellik aslında tanımı tam olarak yapılabilen bir şey değil, çok kişisel çok içsel bir algı durumu. Ucu bucağı olmayan, tatminsiz sonsuz ve rahatsız edici bir durum üstelik. Ne ara dünya bu hale geldi de, insanoğlu fiziksel güzelliği sonsuz kılmayı dert edindi, genç kalabilme inadı sardı sarmaladı özellikle kadınları.

Tanımı yapılamaz dedim ya, misal bir kadın var adı da Nicole Kidman diyelim. Bana göre, çoğunluğa göre şahane, güzellik ötesi bir kadın. Ona göre durum aynı mı? Değil tabii, güzelliğinin kalıcı olabilmesinde ısrar edip ve yaş almasına direnerek dudaklarını şişirmesi, botoks ve dolgu malzemesi bağımlısı olması nasıl açıklanabilir. Hah tabi o evrensel başarılara imza atmış bir oyuncu, mecbur diyeceksiniz. Demeyin. Yaş almak, yaşlanmak, değişmek, fiziksel olarak eskimek, insan doğası değil mi?
Baksanıza, Nicole Kidman’a dün yayımlanan The Guardian’daki röportajda sorduğum “kendini şanslı buluyor musun” sorusuna, “evet şanslıyım, herkesin imrendiği taş gibi bir vücudum var, aşırı yetenekliyim, bunları ben seçmedim, varoluşumun bir hediyesi bu, şans benim göbek adım” diyemedi. Evirdi çevirdi soruyu…

Evet girizgahı uzatmış olabilirim.

Demi Moore, Golden Globe ödülü kazandı, en iyi oyuncu dalında.
62 yaşındaki Moore, Fransız yönetmen Coralie Fargeat imzalı The Substance filmindeki rolü ile, kimilerinin bayıldığı kimilerinin iğrenç bulduğu ve kimilerinin de rezalet güzel diye tanımladığı filmle; sistem eleştirisinin altını sivri bir bıçak ucuyla kazıyarak gösterdi dünyaya.

50 yaşındaki eski bir oyuncu ve aerobik videolarıyla ününü sürdüren Elisabeth Sparkle, artık yaşlandığı gerekçesiyle işini kaybeder. Bilim kurgu, korku ve dramadan bolca nasibini almış filmde, kadının imdadına bir “kendinin en iyisi olabilme” şansı yetişir. Film işte bu noktada, mide bulandırıcı bir noktaya gelir, bir serum kullanarak, kendi vücudundan yeni bir versiyon yaratacaktır. Sinema tarihindeki tüm kült yönetmenlerin filmlerinin esintisini taşıyan The Substance, ne kadar iyi bir film olduğu yönünde tartışılabilir. Sıradan seyirci için zor, sinema aşıkları için üst düzey farklı bir deneyim.

Bolca vücut teşhiri, bolca ama öyle böyle değil, bolca kan, korkunç efektler, bakmaya dayanamayacağınız, gözlerinizi kaçıracağınız iğrenç sahnelerle dolu bir başka film bu.

Felsefe, ruhsal dünya, sinema tarihi, oyunculuk, yönetmenlik, senaryo olarak ayrı ayrı tezler yazılabilir hakkında.

Ama hakkını vermek gerekir ki Demi Moore’a, dün akşam ödül aldığında yaptığı konuşmada söylediği gibi, kendini en yetersiz ve artık oyunculuktan ve sektörden koptuğunu hissettiği anda, yeteneğini gösterebildiği ve nihayet 45 yıllık sinema hayatında bir ödül kucaklayabildiği bir film var karşımızda.

Çok yüzeysel bir eleştiri yaptığı söylense de, bugün kadın erkek herkese dayatılan ve bir zorunluluk gibi ensemizde sallanan genç kalma kılıcı, bunu başaramayanlar için giyotinin altında kalmak demek.
Çok yıl önce bir köşe yazımda şunu demiştim, “korkarım botoks zorunlu hale gelecek, estetik operasyon olmak gerektiğini sağlık ocağındaki doktorlar reçete olarak yazacak”…

Korkunç, çok korkunç. Bunları yazarken, bir yandan da İstanbul’a geldiğimde hemen bir botoks randevusu almam gerektiğini düşünüyorum. Kendi en iyi versiyonuma kavuşma şansım olsa, tıpkı filmin hikayesindeki gibi, hayır der miydim?

Hayır der miydiniz?
Hayır tut ki, genç kaldık 100 yaşına kadar; arkadaş ölmeyecek miyiz sonunda…
Bari kafaları çalıştırın da ölümsüzlüğü bulun, o da ne işe yarayacaksa…

Elif Aktuğ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir